23 Nisan 2011

İSTİKAMET PERU!

Valla ne yalan söyleyeyim, ben Ekvator’un hakkını veremedim. Halbuki, dağları, Amazon’u, yürüyüş ve bisiklet parkurları, doğa aktiviteleri ve gidemediğim bazı kırsal kesimleri ile oldukça güzel bir ülke Ekvator. Üstelik küçük ve ucuz. Gerçi bahanelerim de yok değil hani : ) Bir kere, neredeyse her gün yağışlı. İkincisi Peru vizesi işi hem zaman kaybı oldu hem de bazı aktiviteleri orijinal pasaport olmadan yapmak mümkün değil (Chimborazzo tırmanışı, Amazon turu v.b.) Ayrıca, ülke ucuz ama bu tür turları yapmak pek ucuz değil ve benim paralar iyice suyunu çekti. Amazon’a Bolivya’da gidicem zaten.
En çok merak edilen konulardan birisi olan para konusuna açıklık getirmekte fayda var. Zira bazı arkadaşlarım, bana piyango çıktığını düşünüyor. Ama çok yanılıyorlar. Aslında parasızlıktan buradayım demek daha doğru. Bunu 8 yıl önce Güneydoğu Asya’ya yaptığım 4 aylık seyahatte keşfetmiştim. Şimdi, şöyle oluyor; İstanbul’da yaşamanın bedeli (kira, faturalar, yeme-içme) yaklaşık 2000 TL. Burada benim aylık bütçem 1500 TL. Üstelik gezerek. Ancak bir şartla, ya evi kapatıp faturalardan kurtulacaksınız (Güneydoğu Asya’da yaptığım gibi) ya da evinizi kiraya vereceksiniz (şimdi yaptığım gibi) Yok canım, ev benim değil. Nerede! Kiralık evi kiraya veriyorum. Şu anda Amerikalı bir teyze benim kirayı ve faturaları ödüyor, üstelik birazda bana kalıyor. Hesap ortada. Ev benim olsa, zaten hiç dönmem bile :) Tabi birazda şans lazım. Şans şöyle yardım etti bana. Yaptığım 72 iş arasına yurt dışı tur liderliği de eklendi iki sene önce. Çalıştığım acentenin Kasım’da Meksika-Guatemala turu vardı ve iki rehber gidecekti bu tura. Ben de acenteyle konuşup, madem iki rehberiz, ben dönmesem ve de dönüş biletimi açığa alsanız ne şahane olur dedim. Sağ olsunlar onlarda kabul ettiler ve ben de bilet parası ödememiş oldum. Anladınız mı şimdi?
İki gündür, Ekvator’un güneyinde, Quayaquil denen sevimsiz bir şehirdeyim. Sıcak, yapış yapış, kalabalık, gürültülü bir şehir. Tek avantajı sınıra yakın olması. Keyfimden gelmedim elbet buraya. Öncelikle Türkiye’den gelecek pasaportumu bekliyorum. İnternetten baktım, pasaport buraya gelmiş, ben de kalkıp UPS’ ye gittim dün. Netice, hüsran. Gönderiye 10 dolar bedel yazdıkları için paket kapsamına girmiş ve gümrüğe takılmış. Bedelsiz olsa çoktan elimdeydi. Oradaki hatuna, tüm İspanyolca bilgimi sonuna kadar kullanarak yalvarıp yakardım, bir an önce alabilir miyim diye, bakalım bugün hostelde bekliyorum. Ayrıca benim foto makinesi de cortlamıştı biliyorsunuz. İnternetten ara tara bir servis buldum ama bindiğim taksi adresi bulamadı. Gerzek şoför. Neyse her zamanki gibi sorup soruşturup yeri buldum ve makineyi verdim tamire. Çok değil canım, 90 dolar sıkışmış arasına. Abi, onu çekip alınca, çalışmaya başladı. Gerçi hala gariplik var ama artık onu memlekette baktırıcam. Ya da yeni lens almak lazım. Var mı satılık Nikon lensi olan aranızda?
Banos güzel, Banos cici
Aa! Tüh! Banos’u atladık bu arada. Kafa kalmadı ki. Amazondaki lüks konaklamadan sonra Banos’a gelmiştim. Banos, dağların çevirdiği bir ovada küçük, sevimli bir kasaba. Banos aslında banyo-tuvalet demek. N harfinin üzerinde bir işaret var ve n harfi ny
diye okunuyor, yani Banyos şeklinde. Burada sıcak su havuzları çok olduğu için adını buradan almış. Gitmeye niyetlenmiştim ama kapıdan döndüm. Dandik, bildiğimiz yüzme havuzu gibi havuzlar ve içlerinde yüzlerce insan var.
Dağların ortasında güzel bir kasaba Banos
Banyos’ta başka ne yapılır? Civardaki şelalelere gidilir.Cotococha’dan gelirken, minibüsümüz buradaki en büyük şelale olan ‘Pailon del Diablo’ da yani Şeytanın Yuvasında mola verdi ve ben bu arada şelaleyi gördüm. Çok yüksek bir şelale değil ama su öyle büyük bir hızla dökülüyor ki, adamın kemiklerini kırar valla. Bir de kayaların altından sürünerek arkasına geçebiliyorsunuz. Sırılsıklam oldum ama güzeldi valla. Onun dışında, rafting yapılır, bisikletle gezilir filan filan.

Şeytanın Yuvası
2 gün burada kaldıktan sonra akşam otobüsü ile Guayaquil’e geçmeye karar verdim. Akşam otobüsünün avantajı hem konaklama parasından yırtıyorsun, hem de gündüzü yolda harcamıyorsun. Neyse, garaja gidip akşam bileti sordum. Akşam 10 da var ama o sabahın beşinde varıyor. Sabahın beşinde hostele gidilmez ki. Saat birde varmış bir otobüs, garajın karşısında bekle oradan geçer dediler. Gece on ikide hostelden çıkıp garaja yürüdüm. İn cin top oynuyor. Gecenin bu saatinde Ekvator’un bir kasabasında kesseler kimsenin ruhu duymaz valla. Arada garip tipler geçiyor, iyice tırstım valla. Saat biri on geçe benim otobüsü gördüm, elimi kaldırdım. Hass..tir, otobüs durmadı. Ulan, ne halt edicem şimdi. Bilet parasına mı yanarsın, bu kadar beklediğine mi, uykusuzluğa mı. Napsam diye beklerken, iki Ekvatorlu hatun geldi ve benim beklediğim otobüsü sordular. Onlarda aynı otobüsteymiş. Valla, geçti gitti dedim. Hadi bilet parasından vazgeçtik, herhangi bir otobüs gelirse binsek mi, ne yapsak diye vakit geçirirken saat 01:40 da bizim otobüs geldi. Geçip giden hangisiydi, bilmiyorum artık.
İşte böylece Quayaquil’e varmış oldum. Bugün hostelde oturmuş, UPS’den gelecek haberi beklerken bari blogumu yazayım dedim. Öğlen kaldığım hostele bir telefon ‘saat ikide gelin, paketinizi alın diye. Hemen çantayı toplayıp, garaja, oradan da UPS’e geldim. Saat iki oldu dört. Pasaportuma kavuştum nihayet, Peru vizesiyle. Biraz pahallı bir vize oldu ama uçağa verilecek dünya paradan ve Peru’yu görmemekten iyidir. 
Ekvator’dan Peru’ya geçmek için 3 yer var. Bir tanesi en güneyde ve doğuda. Oradan geçmek için önce 9 saat Loja’ya sonra 6 saat daha sınıra yolculuk yapmak lazım. E, birde konaklamak lazım. İki gün yani. Peru Amazon’una gitmek için ideal geçiş noktası. Diğeri ortada, yine Loja üzerinden gidiliyor. En batıda ve Quayaquil’e 4 saat mesafede olan Huaquillas ise en yakın ama en sakat geçiş noktası. Aklınızda olsun, ülkeleri karadan geçecekseniz, öncesinde mutlaka internetten forumları okuyun. Google’a ‘ Ecuador Peru border crossing’ mealinde bir şeyler yazarsanız bir sürü bilgi bulabilirsiniz. Ben insanların yazdıklarını okuyunca bayaa tırstım valla. Tehdit edilenler, soyulanlar, kandırılanlar gani. Durum böyle olunca, Buradan Peru’ya direkt geçiş yapan uzun yol otobüsüne bilet aldım. Otobüs bir sınırda duruyor, işlemleri yapıp biniyorsunuz, sonra diğer sınırda aynı işlem. Buralarda gümrük her zaman sınır noktalarında olmayabiliyor. Mesela Huaquillas’ta şehrin 5 km. kuzeyinde ve sınırın 2 km. berisinde. Aynı şekilde Peru gümrüğü de 2 km. içeride. Ve sonrasında konaklayabileceğiniz en yakın yer 3 saat. Durum bu kadar karışık olunca, taksi şoförü kılığında korsanlar, sahte para değiştiren üç kağıtçılar, çanta veya cüzdanınızı bir anda hiç eden yankesiciler ortalıkta cirit atıyor. En iyi sınır geçişi bile stresli ve can sıkıcı bu kıtada. Ama n’apcan gari, bir şekilde geçicez işte.
Benden şimdilik bu kadar. Birazdan otobüs kalkıyor. Artık başıma neler gelecek, hep beraber görücez. Merak ettiniz dimi. Hehehe, edin edin Edin ki bir sonraki yazıyı da okuyun. Sanki ne halt oluyorsa, birileri okuyunca. Bari bir işe yarayın da blogu birilerine önerin, bakarsınız bir sponsor filan çıkar diğer seyahatler için. Hem yazı yazar (tabii biraz daha ağırbaşlı) hem de fotoğraf neyin çekerim karşılığında. Böylelikle dünyanın geriye kalan 175 ülkesini daha (saydım bugüne kadar 25 ülke olmuş gittiğim) gezerim. 
Haydi bana iyi gezmeler. Kendinize çok iyi bakın. Bahar geldi diye açılıp saçılmayın hemen, yoksa şifayı kapıverirsiniz maazallah.

17 Nisan 2011

BEN BU DÜNYANIN ORTASINA..

Ey Okur,
Sana bu satırları Amazon ormanında yer alan Cotococha Lodge’daki bungalowumun balkonunda içkimi yudumlayıp, güneşin batışını izlerken yazıyorum. Ya, alıştınız hep sefalet hikayelerine, apışıp kalırsınız böyle. Yok, piyango filan çıkmadı. Hayatın bir kıyağı diyelim. Ayrıntılar, az sonra! (Burada, teasing yapıyoruz)
Hatırlarsanız sabahın yedisinde Popoyan’da yola koyulmuştum. Oradan, Kolombiya’nın sınır kasabası olan İpiales’e ulaşmam 8,5 saat sürdü. Oldu mu size saat üç buçuk. İki sınır geç, para bozdur, atıştır derken saat beş oldu. Oradan garaja git, otobüs bekle derken saat altıda Ottavalo’ya doğru yola çıktım. Yol ikibuçuk saat yerine üçbuçuk saat sürünce gece dokuz otuzda Otavalo’ya yaklaştık. Tam bu sırada yağmur bastırmasın mı! Ulen, hafta içi kimsenin gitmediği kasabada, bu saatte, bu yağmurda yer ara, bul, bulama Allah büyüktür, başka zaman geliriz buraya diyerek şoföre uzanıp ‘Abi, devam et Quito’ya farkı neyse ben veririm’ dedim. İspanyolcası şunun gibi bir şey. ‘Hermano, directo a Quito. Yo pago la diferencia’ Nasıl, kapmışım değil mi İspanyolcayı..
Şaka maka artık konuşuyorum İspanyolcayı, ama öyle aman aman değil tabi. Aslında yola çıkarken 6 ayda kadar şakır şakır konuşmayı hedeflemiştim ama nedense bana bir tembellik geldi. Öyle sadece konuşmakla olmuyor bu meret birazda çalışmak lazım ama hikaye oldu. Halbuki ben çalışkan bir öğrenciydim, n’oldu bana böyle anlamadım. Belki de buraların rehavetindendir. Olsun, böylesi daha güzel.

Quito, tarihi merkez

Neyse, Otavalo'yu atlayınca (siz atlamayın, çok güzel bir kasaba) gecenin on ikisinde Quito’ya vardım ve bu saatte tek çare olan taksiye 8 dolar bayıldım. İb.e taksici, beni kazıkladı biliyorum ama hiç halim yok tartışmaya. Bir iki hostelde yer bulamayıp sonunda eski püskü ve biraz havasız hostele yerleştim. Aaa! Bir de ne göreyim, burada içerde sigara içiliyor. Meksika’dan beri o kadar ülkeye gittim, hiç birinde kapalı yerlerde sigara içilmiyor. Ama burası farklı. Anında sevdim Ekvator’u. Ama hosteli pek sevmedim. Neyse bu gece yatayım, yarın başka bir yere geçerim. Diye düşünmüştüm ama 10 da kalkınca olmadı tabi.

Ekvatorlular dondurmaya bayılıyor

Olsun, ben de bugün en azından Peru Konsolosluğuna gidip vize işini hallederim. Güney Amerika’da Peru dışında (bir iki fransız sömürgesi dışında) bizden vize isteyen yok. Gıcık Peru, n’olcak sende kaldırsan vizeyi.
Daha önce Peru’ya giden arkadaşlarımdan komşu ülkeden vize alındığını duymuştum. Hem ne diye Türkiye’den alayım canım, ben biliyor muyum ne zaman bu ülkeye gireceğimi..Neyse, konsolosluğa giderken pu.t taksici 3 dolar yerine 13 dolar isteyince bu sefer köpürdüm tabi. Taksici baktı ben delirdim tamam tamam 3 dolar deyip çekti gitti. Maalesef burada da amerikan parası geçerli.Hiç anlamadım bu durumu ya, neyse. Konsolosluğa girip derdimi anlatınca sandım ki, ‘iki gün sonra gel al vizeni diyecekler. Onun yerine kusura bakma ama buradan vize veremeyiz sana diyince p.ç gibi kaldım mı öyle. Mırın kırın ettiysem de Nuh deyip peygamber demedi adiler. Al işte sana acı sürpriz.

Peru’ya gitmenin başka yolu, gerisin geriye Kolombiya’ya gidip oradan Brezilya’ya geçip, Amazondan ilerleyip Tusca’ya varmak, oradan yine nehir yoluyla Bolivya’ya geçmek. Yok deve. Diğer yol, kısa ama acılı. Acısı 700 dolar. Uçağa piniyorsun Ekvator’da, iniyorsun Bolivya'da. N’apcam şimdi ben. Hadi bir kere, o da zaruretten 320 doları bayılıp uçtuk ama bu iki katı yahu. Ben 700 dolarla Peru’da üç hafta geçiririm. İki günüm bunları araştırmakla geçti..

Şuna bakın ya, yenmez mi şimdi bu
Bu arada karşı sokakta El Cafecito diye bir hostel-restorana taşındım. Yani üst kat hostel, alt kat restoran. Buranın menajeri çocukta Yunalı çıkmasın mı. Yorgo, tam fırlama akdenizli. Ekvatorlu bir hatuna gönlünü kaptırınca buraya yerleşmiş. Askerliğini sınırda yapmış, biraz türkçede biliyor. Türkiye’ye de bayılıyor. Hemencecik kaynaşıverdik. Hiç anlamıyorum valla. Yunanlılarla bu kadar ortak yönümüz varken düşman olmayı becerebilmişiz.
Bu vize işi konusunda, Aykut’a meyl yazıp (tur liderliği yaptığım acentanın ortağı) ne yapılabilir diye sordum. Nede olsa yılların acentecisi. Bana demesin mi ‘Sen bana pasaportu yolla ben hemen vizeyi alıp geri yollayayım’. Haydaaa! Olur mu ya, ben burada pasaportsuz ne halt edicem. Adamı hapse atarlar valla. Üstelik gönder-al en az 3 hafta sürer. Olur mu olmaz mı derken, internetten Fedex’i araştırıp 4 günde gittiğini öğrendim. Aykut’ta Peru konsolosluğunu arayıp benim durumumu anlatmış ve onlarda kısa zamanda veririz demişler. Ulan bu Aykut harbiden kurt valla. Bu şekilde bana maliyet 100 dolar yani diğer maliyetin yedide biri. Gönderdim tabi ama Fedex’le değil UPS ile. Gıcık Fedex, ‘pasaportu sadece konsolosluklara gönderebiliyoruz deyince ben de UPS ile gönderdim. Pasaport halen konsoloslukta, umarım kısa sürede gelirde bu stres biter. Düşünsenize hiç gelmiyormuş pasaport, ben de burada kalıyormuşum Tom Hanks gibi. Hani şu Terminal filmi yok mu, o durum işte. Gerçi O havaalanında mahsur kalıyor ya olsun. 

Sonuçta en kötü karar bile kararsızlıktan iyidir deyip rahatladım. Rahatlayınca da şehri tanımaya başladım. Kaldığım semtin adı Mariscal. Bir nevi Beyoğlu. Hosteller, restoranlar, barlar, diskolar hepsi burada. Elbette karaoke barlarını unutmamak lazım. İnsanlar karaokeyi çok seviyor burada da. Birçok Amerika ülkesinde olduğu gibi. Hafta ortası geldi mi hayat şenleniyor Mariscal’de. Yalnız garip bir şey fark ettim (bizim için tabi) gençler, öğleden sonradan itibaren barları doldurmaya başlıyorlar. Akşam saat dokuz gibi de birçok bar dolmuş oluyor. Bence Türkiye’de kanun çıksın gece hayatı dokuzda başlasın. O ne öyle ya, gece on bire kadar her yer bomboş. Benim uykum gelmiş oluyor çoktan. Tamam belki 27 değilim ama bu kadar da olmaz ki. Neyse işte, neticede Quito’ya gelirseniz Mariscal’de kalın. Hele bir de benim gibi hostele yakın muhteşem bir pastane bulursanız deme gitsin. Daha önce yazmış mıydım bilemiyorum ama en çok özlenen şey kahvaltı. Hadi çaydan vazgeçtim ama ne poğaça var buralarda ne simit ne de doğru dürüst peynir. Bu pastanede peynir ve domatesli sandviçleri görünce koptum tabi ki. Kahve de güzel, fiyatta makul olunca ben buraya abone oldum her sabah.
Üstüne de hostelin restoranında çalışan Maurizio’nun her sabah çaktırmadan ikram ettiği beleş kahveyi içince benden iyisi yok.

Ekvatorlular hoş insanlar velhasıl

Maurizio, devamlı gülücükler saçan Ekvatorlu genç bir delikanlı. Bir insan bütün gün gülerek nasıl çalışır, Maurizio çalışıyor valla. Bir de Juan Pablo var arkadaş listesinde. Juan, benim yaşıma yakın, oldukça genç, Kolombiyalı çok düzgün bir abi. Kolombiya'da kendi işi olan çocuk odası dekorasyon işi iyi gitmeyince arkadaşının sahibi olduğu P.O.P. malzemeleri üreten şirketinde satış müdürü olarak işe girmiş. Henüz bir ev kiralamadığı için hostelde kalıyor. Daha tanıştığımız ilk gün arkadaş olmuştuk bile. Hep diyorum, mekanları, ülkeleri yapanlar hep insanlar. Kendimi evimde gibi hissettiğim Quito’dan bu yüzden bir haftada zor ayrıldım. Yoksa Quito’ya 3 gün yeter. Bir gün tarihi merkez, bir gün dünyanın ortası, bir günde teleferikle dört bin metreye çıkıp şehri tepeden gör yeter bence.Bu dünyanın ortası dene yerin hikayesi ilginç. Bilmem kaç yılında bir fransız hesap kitap yapmış ve 'Aha, dünyanın ortası burası' demiş, Ekvator hükümeti de buraya bir anıt dikmiş.

Dünyanın ortası!
 
Gel zaman, git zaman GPS icat olunca tekrar ölçüm yapılmış ve fransızın 300 metrecik bir hesap hatası yaptığı anlaşılmış. Şimdi 'Öz Dünyanın Ortası' denen başka bir tesis var bu anıtın 300 metre ilerisinde. Eh, buraya kadar gelmişken oraya da gittim elbette.

Öz Dünyanın ortası :)

Burada, tam sıfır noktasında gerçekleşen bir takım deneyler yapılıyor. Mesela, bir yumurtayı bir çivinin üzerinde ancak burada durdurabilirsiniz. Sıfır noktasında cisme etki eden kuzey ve güney manyetik güçlerinin etkisi yok ya, ondan işte.

Bunu evde denemeyin!
Ayrıca burada ağırlığınız da bir kilo daha az. Kilodan muzdarip bayanlar buyrun Ekvator'a :))
Elbette dünyanın ortasına kadar gelmişken yapılması gereken bir şey daha var. Yemekten sonra buradaki restoranın tuvaletine giderek '......ım bu dünyanın ortasına diyerek' bu görevi de yerine getirmiş oldum :)) Quito'da kalmak iyi hoşta nerdeyse her gün yağmur yağdı. Ekvator'da olunca herkes sıcaktan piştiğimi düşünüyor ama burası dağlık memleket. Mesela Quito'nun rakımı 2500 m. Böyle olunca da elbette soğuk oluyor güneş olmadığı zaman.
Quito'dayken bir de burada çalıştığımız yerel acenteyi ziyaret ettim. İyi ki de etmişim valla. Acentenin müdürü Hollandalı Bram 'buraya kadar gelmişken bizim Amazon kıyısındaki konaklama tesisinde bir iki gece geçirmek ister misin' deyince ben de neden olmasın dedim. Ama sonrasında internet sitesinden fiyatlara bir baktım ki 2 geceliği 190 USD. Haydaa! Nerden olur dedik ya, hemen bir mazeret bulup yırtmam lazım bu durumdan. Ama ertesi gün acenteden gelen meylin ekinde yer alan voucher'un tepesinde yazan 'Regalo' (hediye) ibaresini görünce ağzım kulaklarıma vardı tabi. Ertesi gün tesise yakın şehir olan Tela'ya geçtim. Rafting dışında bir şey yok burada. Napalım canım, sadece bir gece uyuyup ertesi günü Cotococha Lodge'a geçtim. Amanın! burası harika bir yer yahu. Amcalar ormanın içine, doğa ile uyumlu harika bir yer yapmışlar.

Ben burada kaldım :)

Aylardır hostel yatakhanelerinde sürünen benim için 5 yıldızlı otelden bile öte. Zaten benim dışında kalanlar hep parası bol turistler. Herkes özel transferle bir yerlerden gelmiş, bir tek ben varım toplu taşıma ile gelen.

Balkondan Amazon manzarası
Acenteden geldim diye, bana ön sıradan nehri ve ormanı gören bir bungalow verdiler, sağ olsunlar. Koca oda sadece bana ait. Banyo, odanın içinde, sıcak su var üstelik. Sıcak su nimet gibi geldi valla. Üstelik duşu amazon manzarası eşliğinde alıyorsun. Yemekler de muhteşem.

Amazon, Napo nehri
Bir de ertesi gün, Napo nehrinde kano turu ile yerel bir köye ve hayvan kurtarma merkezine gidince harika iki gün geçirmiş oldum.

Abla altını buldu valla
Ertesi gün rüya sona erdi deyip sırt çantamı yüklenmiş, otobüs beklemeye giderken, burada kalan birkaç turist özel araçla Banos'a gidiyormuş meğerse, benimde Banos'a gittiğimi öğrenince araçlarına aldılar sağ olsunlar. Banos'taki hostelin kapısına kadar transferle gelmek tarif edilemez bir duyduydu benim için.

Bu kadar iyi giden şeyden sonra illa bir aksilik çıkacak ya, öğlen hostelden çıkarken fotoğraf makinem omuzumdan kayıp pat! diye yere düşmesin mi.. Valla objektif dağılmış bir durumda, şu anda. Tamir olur mu, çok küçük bir ihtimal. Buradan Quayaquil'e gidiyorum pazartesi orada göstericez artık. Olmazsa ne halt ederim bilmiyorum fotoğraf makinesiz. Bu seyahatte en büyük uğraşlarımdan birisi fotoğraf çekmekti. Hadi dua edinde bu gece, objektif tamir olabilsin. Hayat böyle bir şey galiba, bir oh dedirtiyor, bir of ooof. Sadece oh'lu bir versiyonu yok mu bu hayatın?
Gelecek sayıda; pasaport gelecek mi, fotoğraf makinesi tamir olacak mı, Peru'ya gidebilecek miyim, oh mu diyeceğim, of mu. Ben de bilmiyorum valla, bekleyin bakalım, ne olacak..