17 Nisan 2011

BEN BU DÜNYANIN ORTASINA..

Ey Okur,
Sana bu satırları Amazon ormanında yer alan Cotococha Lodge’daki bungalowumun balkonunda içkimi yudumlayıp, güneşin batışını izlerken yazıyorum. Ya, alıştınız hep sefalet hikayelerine, apışıp kalırsınız böyle. Yok, piyango filan çıkmadı. Hayatın bir kıyağı diyelim. Ayrıntılar, az sonra! (Burada, teasing yapıyoruz)
Hatırlarsanız sabahın yedisinde Popoyan’da yola koyulmuştum. Oradan, Kolombiya’nın sınır kasabası olan İpiales’e ulaşmam 8,5 saat sürdü. Oldu mu size saat üç buçuk. İki sınır geç, para bozdur, atıştır derken saat beş oldu. Oradan garaja git, otobüs bekle derken saat altıda Ottavalo’ya doğru yola çıktım. Yol ikibuçuk saat yerine üçbuçuk saat sürünce gece dokuz otuzda Otavalo’ya yaklaştık. Tam bu sırada yağmur bastırmasın mı! Ulen, hafta içi kimsenin gitmediği kasabada, bu saatte, bu yağmurda yer ara, bul, bulama Allah büyüktür, başka zaman geliriz buraya diyerek şoföre uzanıp ‘Abi, devam et Quito’ya farkı neyse ben veririm’ dedim. İspanyolcası şunun gibi bir şey. ‘Hermano, directo a Quito. Yo pago la diferencia’ Nasıl, kapmışım değil mi İspanyolcayı..
Şaka maka artık konuşuyorum İspanyolcayı, ama öyle aman aman değil tabi. Aslında yola çıkarken 6 ayda kadar şakır şakır konuşmayı hedeflemiştim ama nedense bana bir tembellik geldi. Öyle sadece konuşmakla olmuyor bu meret birazda çalışmak lazım ama hikaye oldu. Halbuki ben çalışkan bir öğrenciydim, n’oldu bana böyle anlamadım. Belki de buraların rehavetindendir. Olsun, böylesi daha güzel.

Quito, tarihi merkez

Neyse, Otavalo'yu atlayınca (siz atlamayın, çok güzel bir kasaba) gecenin on ikisinde Quito’ya vardım ve bu saatte tek çare olan taksiye 8 dolar bayıldım. İb.e taksici, beni kazıkladı biliyorum ama hiç halim yok tartışmaya. Bir iki hostelde yer bulamayıp sonunda eski püskü ve biraz havasız hostele yerleştim. Aaa! Bir de ne göreyim, burada içerde sigara içiliyor. Meksika’dan beri o kadar ülkeye gittim, hiç birinde kapalı yerlerde sigara içilmiyor. Ama burası farklı. Anında sevdim Ekvator’u. Ama hosteli pek sevmedim. Neyse bu gece yatayım, yarın başka bir yere geçerim. Diye düşünmüştüm ama 10 da kalkınca olmadı tabi.

Ekvatorlular dondurmaya bayılıyor

Olsun, ben de bugün en azından Peru Konsolosluğuna gidip vize işini hallederim. Güney Amerika’da Peru dışında (bir iki fransız sömürgesi dışında) bizden vize isteyen yok. Gıcık Peru, n’olcak sende kaldırsan vizeyi.
Daha önce Peru’ya giden arkadaşlarımdan komşu ülkeden vize alındığını duymuştum. Hem ne diye Türkiye’den alayım canım, ben biliyor muyum ne zaman bu ülkeye gireceğimi..Neyse, konsolosluğa giderken pu.t taksici 3 dolar yerine 13 dolar isteyince bu sefer köpürdüm tabi. Taksici baktı ben delirdim tamam tamam 3 dolar deyip çekti gitti. Maalesef burada da amerikan parası geçerli.Hiç anlamadım bu durumu ya, neyse. Konsolosluğa girip derdimi anlatınca sandım ki, ‘iki gün sonra gel al vizeni diyecekler. Onun yerine kusura bakma ama buradan vize veremeyiz sana diyince p.ç gibi kaldım mı öyle. Mırın kırın ettiysem de Nuh deyip peygamber demedi adiler. Al işte sana acı sürpriz.

Peru’ya gitmenin başka yolu, gerisin geriye Kolombiya’ya gidip oradan Brezilya’ya geçip, Amazondan ilerleyip Tusca’ya varmak, oradan yine nehir yoluyla Bolivya’ya geçmek. Yok deve. Diğer yol, kısa ama acılı. Acısı 700 dolar. Uçağa piniyorsun Ekvator’da, iniyorsun Bolivya'da. N’apcam şimdi ben. Hadi bir kere, o da zaruretten 320 doları bayılıp uçtuk ama bu iki katı yahu. Ben 700 dolarla Peru’da üç hafta geçiririm. İki günüm bunları araştırmakla geçti..

Şuna bakın ya, yenmez mi şimdi bu
Bu arada karşı sokakta El Cafecito diye bir hostel-restorana taşındım. Yani üst kat hostel, alt kat restoran. Buranın menajeri çocukta Yunalı çıkmasın mı. Yorgo, tam fırlama akdenizli. Ekvatorlu bir hatuna gönlünü kaptırınca buraya yerleşmiş. Askerliğini sınırda yapmış, biraz türkçede biliyor. Türkiye’ye de bayılıyor. Hemencecik kaynaşıverdik. Hiç anlamıyorum valla. Yunanlılarla bu kadar ortak yönümüz varken düşman olmayı becerebilmişiz.
Bu vize işi konusunda, Aykut’a meyl yazıp (tur liderliği yaptığım acentanın ortağı) ne yapılabilir diye sordum. Nede olsa yılların acentecisi. Bana demesin mi ‘Sen bana pasaportu yolla ben hemen vizeyi alıp geri yollayayım’. Haydaaa! Olur mu ya, ben burada pasaportsuz ne halt edicem. Adamı hapse atarlar valla. Üstelik gönder-al en az 3 hafta sürer. Olur mu olmaz mı derken, internetten Fedex’i araştırıp 4 günde gittiğini öğrendim. Aykut’ta Peru konsolosluğunu arayıp benim durumumu anlatmış ve onlarda kısa zamanda veririz demişler. Ulan bu Aykut harbiden kurt valla. Bu şekilde bana maliyet 100 dolar yani diğer maliyetin yedide biri. Gönderdim tabi ama Fedex’le değil UPS ile. Gıcık Fedex, ‘pasaportu sadece konsolosluklara gönderebiliyoruz deyince ben de UPS ile gönderdim. Pasaport halen konsoloslukta, umarım kısa sürede gelirde bu stres biter. Düşünsenize hiç gelmiyormuş pasaport, ben de burada kalıyormuşum Tom Hanks gibi. Hani şu Terminal filmi yok mu, o durum işte. Gerçi O havaalanında mahsur kalıyor ya olsun. 

Sonuçta en kötü karar bile kararsızlıktan iyidir deyip rahatladım. Rahatlayınca da şehri tanımaya başladım. Kaldığım semtin adı Mariscal. Bir nevi Beyoğlu. Hosteller, restoranlar, barlar, diskolar hepsi burada. Elbette karaoke barlarını unutmamak lazım. İnsanlar karaokeyi çok seviyor burada da. Birçok Amerika ülkesinde olduğu gibi. Hafta ortası geldi mi hayat şenleniyor Mariscal’de. Yalnız garip bir şey fark ettim (bizim için tabi) gençler, öğleden sonradan itibaren barları doldurmaya başlıyorlar. Akşam saat dokuz gibi de birçok bar dolmuş oluyor. Bence Türkiye’de kanun çıksın gece hayatı dokuzda başlasın. O ne öyle ya, gece on bire kadar her yer bomboş. Benim uykum gelmiş oluyor çoktan. Tamam belki 27 değilim ama bu kadar da olmaz ki. Neyse işte, neticede Quito’ya gelirseniz Mariscal’de kalın. Hele bir de benim gibi hostele yakın muhteşem bir pastane bulursanız deme gitsin. Daha önce yazmış mıydım bilemiyorum ama en çok özlenen şey kahvaltı. Hadi çaydan vazgeçtim ama ne poğaça var buralarda ne simit ne de doğru dürüst peynir. Bu pastanede peynir ve domatesli sandviçleri görünce koptum tabi ki. Kahve de güzel, fiyatta makul olunca ben buraya abone oldum her sabah.
Üstüne de hostelin restoranında çalışan Maurizio’nun her sabah çaktırmadan ikram ettiği beleş kahveyi içince benden iyisi yok.

Ekvatorlular hoş insanlar velhasıl

Maurizio, devamlı gülücükler saçan Ekvatorlu genç bir delikanlı. Bir insan bütün gün gülerek nasıl çalışır, Maurizio çalışıyor valla. Bir de Juan Pablo var arkadaş listesinde. Juan, benim yaşıma yakın, oldukça genç, Kolombiyalı çok düzgün bir abi. Kolombiya'da kendi işi olan çocuk odası dekorasyon işi iyi gitmeyince arkadaşının sahibi olduğu P.O.P. malzemeleri üreten şirketinde satış müdürü olarak işe girmiş. Henüz bir ev kiralamadığı için hostelde kalıyor. Daha tanıştığımız ilk gün arkadaş olmuştuk bile. Hep diyorum, mekanları, ülkeleri yapanlar hep insanlar. Kendimi evimde gibi hissettiğim Quito’dan bu yüzden bir haftada zor ayrıldım. Yoksa Quito’ya 3 gün yeter. Bir gün tarihi merkez, bir gün dünyanın ortası, bir günde teleferikle dört bin metreye çıkıp şehri tepeden gör yeter bence.Bu dünyanın ortası dene yerin hikayesi ilginç. Bilmem kaç yılında bir fransız hesap kitap yapmış ve 'Aha, dünyanın ortası burası' demiş, Ekvator hükümeti de buraya bir anıt dikmiş.

Dünyanın ortası!
 
Gel zaman, git zaman GPS icat olunca tekrar ölçüm yapılmış ve fransızın 300 metrecik bir hesap hatası yaptığı anlaşılmış. Şimdi 'Öz Dünyanın Ortası' denen başka bir tesis var bu anıtın 300 metre ilerisinde. Eh, buraya kadar gelmişken oraya da gittim elbette.

Öz Dünyanın ortası :)

Burada, tam sıfır noktasında gerçekleşen bir takım deneyler yapılıyor. Mesela, bir yumurtayı bir çivinin üzerinde ancak burada durdurabilirsiniz. Sıfır noktasında cisme etki eden kuzey ve güney manyetik güçlerinin etkisi yok ya, ondan işte.

Bunu evde denemeyin!
Ayrıca burada ağırlığınız da bir kilo daha az. Kilodan muzdarip bayanlar buyrun Ekvator'a :))
Elbette dünyanın ortasına kadar gelmişken yapılması gereken bir şey daha var. Yemekten sonra buradaki restoranın tuvaletine giderek '......ım bu dünyanın ortasına diyerek' bu görevi de yerine getirmiş oldum :)) Quito'da kalmak iyi hoşta nerdeyse her gün yağmur yağdı. Ekvator'da olunca herkes sıcaktan piştiğimi düşünüyor ama burası dağlık memleket. Mesela Quito'nun rakımı 2500 m. Böyle olunca da elbette soğuk oluyor güneş olmadığı zaman.
Quito'dayken bir de burada çalıştığımız yerel acenteyi ziyaret ettim. İyi ki de etmişim valla. Acentenin müdürü Hollandalı Bram 'buraya kadar gelmişken bizim Amazon kıyısındaki konaklama tesisinde bir iki gece geçirmek ister misin' deyince ben de neden olmasın dedim. Ama sonrasında internet sitesinden fiyatlara bir baktım ki 2 geceliği 190 USD. Haydaa! Nerden olur dedik ya, hemen bir mazeret bulup yırtmam lazım bu durumdan. Ama ertesi gün acenteden gelen meylin ekinde yer alan voucher'un tepesinde yazan 'Regalo' (hediye) ibaresini görünce ağzım kulaklarıma vardı tabi. Ertesi gün tesise yakın şehir olan Tela'ya geçtim. Rafting dışında bir şey yok burada. Napalım canım, sadece bir gece uyuyup ertesi günü Cotococha Lodge'a geçtim. Amanın! burası harika bir yer yahu. Amcalar ormanın içine, doğa ile uyumlu harika bir yer yapmışlar.

Ben burada kaldım :)

Aylardır hostel yatakhanelerinde sürünen benim için 5 yıldızlı otelden bile öte. Zaten benim dışında kalanlar hep parası bol turistler. Herkes özel transferle bir yerlerden gelmiş, bir tek ben varım toplu taşıma ile gelen.

Balkondan Amazon manzarası
Acenteden geldim diye, bana ön sıradan nehri ve ormanı gören bir bungalow verdiler, sağ olsunlar. Koca oda sadece bana ait. Banyo, odanın içinde, sıcak su var üstelik. Sıcak su nimet gibi geldi valla. Üstelik duşu amazon manzarası eşliğinde alıyorsun. Yemekler de muhteşem.

Amazon, Napo nehri
Bir de ertesi gün, Napo nehrinde kano turu ile yerel bir köye ve hayvan kurtarma merkezine gidince harika iki gün geçirmiş oldum.

Abla altını buldu valla
Ertesi gün rüya sona erdi deyip sırt çantamı yüklenmiş, otobüs beklemeye giderken, burada kalan birkaç turist özel araçla Banos'a gidiyormuş meğerse, benimde Banos'a gittiğimi öğrenince araçlarına aldılar sağ olsunlar. Banos'taki hostelin kapısına kadar transferle gelmek tarif edilemez bir duyduydu benim için.

Bu kadar iyi giden şeyden sonra illa bir aksilik çıkacak ya, öğlen hostelden çıkarken fotoğraf makinem omuzumdan kayıp pat! diye yere düşmesin mi.. Valla objektif dağılmış bir durumda, şu anda. Tamir olur mu, çok küçük bir ihtimal. Buradan Quayaquil'e gidiyorum pazartesi orada göstericez artık. Olmazsa ne halt ederim bilmiyorum fotoğraf makinesiz. Bu seyahatte en büyük uğraşlarımdan birisi fotoğraf çekmekti. Hadi dua edinde bu gece, objektif tamir olabilsin. Hayat böyle bir şey galiba, bir oh dedirtiyor, bir of ooof. Sadece oh'lu bir versiyonu yok mu bu hayatın?
Gelecek sayıda; pasaport gelecek mi, fotoğraf makinesi tamir olacak mı, Peru'ya gidebilecek miyim, oh mu diyeceğim, of mu. Ben de bilmiyorum valla, bekleyin bakalım, ne olacak..


Hiç yorum yok: