7 Haziran 2011

arJantin (kuzeyi ama)

Hemen atlamayın sazan gibi,başlıkta yazım hatası yok, bilerek öyle yazdım. Arjantin’de İspanyolcanın J’lisi konuşuluyor. Ne kadar y varsa hepsini j diye telaffuz ediyor Arjantinliler. Mesela playa (plaj) plaja, desayuno (kahvaltı) desajuno, toalla (toayya diye okunur) toaja gibi. Arjantin’e ilk geldiğim anda biraz dumur oldum bu gariplik yüzünden ama artık alıştım. Abiler ne zaman j li birşey söylense ben aklımdan j yerine y koyup anlıyorum artık. 
 
Hep sorulan sorudur, gezdiğin ülkeler arasında hangisini daha çok sevdin diye. Valla ben hepsini ayrı sevdim ama nerede yaşamak istersin deseler ya Kolombiya ya Arjantin derim. Tamam iki ülkede de hatunlar hoş ama asıl sebep bu değil. Ne mi? En iyisi size birkaç örnek vereyim. Bolivya sınırını geçtikten sonra malum Arjantin sınırına geldim. Görevli memur bir yandan pasaportuma bakarken bir yandan sohbet ediyoruz. İşlem bittikten sonra, görüşmek üzere demesin mi! Hangi ülkede gümrük polisi görüşmek üzere der ki. Sınırı geçtikten sonra ilk durak, Humahuaca. Gecenin bir saati kaldığım yatakhaneye gelen (turist olarak yani) Arjantinli Paola ile en fazla bir saat sohbet etmişizdir. Ertesi günü ayrılırken öyle bir sarıldı ki sanırsın kırk yıldır tanışıyoruz. Anladınız mı şimdi?

Humahuaca yakışıklı bir kasaba, hem de sakin
Humahuaca, biblo gibi kasaba. Al, salona koy, seyret. Zaten minicik bir yer. Dolaşırken aynı yerden kaç kez geçtiğimi hatırlamıyorum. Kasabaya akşam üzeri vardığım için (candarma yolda iki saat boyunca didik didik otobüsü aradı) hostele yerleşip gözüme kestirdiğim bir restorana dalıyorum hemen. Aman aman, nefis ekmek ve acılı domates sos geliyor masaya atıştırmalık olarak. Çok mesudum. Arkasından gelen peynirli ve kıymalı empanadaları (bir nevi kıymalı /peynirli poğaça ama sıcak geliyor) bir lokmada götürüyorum. Bu empanada denen nesne tüm ülkelerde var ama Arjantindeki kadar lezzetli değil hiç birisi. Gerçi Meksika'da da fena değildi, hakkını yemeyelim. Ama kuzeyde daha çok börek hamuru gibi açıyorlar.
Ben yemekleri götürürken yan masada oturan Kanadalı bir oğlan ve Arjantinli sevgilisi ile tanıştım ve arkasından onların masasına dahil oldum. Abi buralarda seyahat ederken tanışmış kızla ve arkasından yerleşmiş Arjantine. Şimdi ülkenin kuzeyini bisikletle geziyorlar. Ne hoş dimi. Ama arabayla gezmek varken bisiklet niye ya : ) Arjantinliler hem kendi ülkelerinde hem de Güney Amerika’da seyahat ediyorlar. Sizde durum ne? Hadi buralara gelemiyorsunuz anladıkta bari ülke içinde seyahat edin. Ama nerdee! Anca, Bodrum, Çeşme tatili. Ha, bir de son yıllarda pek trend olan Mardin. Ay! geçenlerde Mardin’e gittim, çok mistik bir yermiş. Yahu Mardin yüzyıllardır orada, yeni mi aklınıza geldi gitmek.
Geldiğimin ertesi günü, 24 Mayıs, Arjantin’in devriminin 201. Yıl dönümünün bir gün öncesi, çocuklar kutlama yapıyor Arjantin’de. Aileler çocukları büyükler gibi giydiriyorlar ve meydanda dans ediliyor, hediyeler dağıtılıyor filan. Ben kendimi kaybedip bir saatte yüzden fazla fotoğraf çekmişim.

Ben de çocukluğumu hatırladım valla

Güzelliklere bakın

Humahuaca’da ilginç bir şey daha var. Her öğlen tam on ikide kilisenin saat kulesinde aşağıda gördüğünüz pencerenin kanatları açılıyor ve buranın azizi arz-ı ediyor. Sadece 90 saniye süren bu gösteride aziz efendi mekanik bir düzen aracılığı ile elini, kolunu oynatıyor filan. Ya bu katoliklik buralarda zorla kabul ettirilen bir din olmasına rağmen kraldan çok kralcı olmuş bu latinler. Neyse, kendilerinin bileceği iş.



















                      Dikkat edin pencereye Ve mucize gerçekleşiyor..

Humahuaca’dan sonraki durak iki saat güneyde yer alan Tilcara. Tilcara’da otobüsten inip pansiyon ararken bando sesi duyuyorum. Halk yolun iki tarafına sıralanmış, ben aralarından ilerliyorum. Hay Allah! Benim için değilmiş hazırlıklar. Bugün devrim yıldönümü kutlamaları var ya, unutmuşum.

Vay be! her şey hazır
Tamam, ben de geliyorum
Ben de pansiyona yerleştikten sonra elimde Arjantin bayrağı ile kutlamalara katılıyorum. Bu ülkeyi fazla benimsedim herhalde. Tören geçişi başlıyor ama bitmiyor bir türlü. Yahu bir kasabada bu kadar uzun tören olur mu. 4 saat boyunca her türlü resmi, sivil, yarı resmi kurum ve bütün okullar geçiyor. Törenler bitince yeme-içme faslı başlıyor, akşama da durmaksızın içme olayı var tabi. Onlar içerde ben geri kalır mıyım. Hostelin çalışanları ile bir bara gidiyorum. Bir şarap söylüyorum ama şarap şişeyle geliyor. Kadeh satılmıyormuş burada. Olsun, gelen şarap bizdeki bir kadeh parasına, bir güzel içip sarhoş oluyorum ama bu sefer dans yok. Zira yerel havalar çalıyor ve bir nevi çifte telli ve Ankara misketi tarzı danslar ediyor insanlar.
Ertesi günü, günü birliğine yarım saat mesafede bulunan Purmamarca’ya gidiyorum. Purmamarca, Unesco mirası listesine girmiş, mini minnacık bir köy. Önce bir saat mesafedeki Grand Salinas’ı (Büyük Tuzla) sonrada yedi renkli dağı ziyaret ediyorum. Burada dağların hepsi ayrı bir renk cümbüşü.

Backstage
Dağlar, dağlaaaaar..
Sırada, Salta şehri var. Salta kasaba ruhlu bir şehir. Aman aman bir şehir olmasa da, kendinizi öyle rahat, öyle emniyette ve huzurlu hissediyorsunuz ki rahatlıkla üç beş gün kalabilirsiniz. Ben iki gün kalıyorum. Artık geri sayım başladı, oyalanma dönemleri geçti artık. E, ne demişler yolcu yolunda gerek.

Salta'da huzur var
Bir de böyle güzel binalar

Buradan dört saat mesafedeki Cafayate’ye geçiyorum ve pek te iyi yapıyorum. Cafayate, Arjantin’in önemli şarap bölgelerinden birisi. Rakım 2000 metre ve dağlarla çevrili bir bölge. Şarap için yüksek rakım gibi görülse de sonuçlar oldukça başarılı. Kasabaya ilk geldiğim gün etrafta dolaşırken nedense kendimi burada yaşıyor gibi hissediyorum. Bir saatte keşfediyorsunuz zaten kasabayı. Büyük bir alanda Rahip Dario’nun yüzlerce kişiye verdiği vaizi dinliyorum biraz. Bunların ayinlerinin güzel tarafı sadece konuşma olmayıp arada müzik ve dans olması. Beni müzik ve dans kısmı ilgilendiriyor doğal olarak.

Gel de buraya yerleşme..

Akşam üzeri hostelde, Tilcara’da tanıştığım Danimarkalı kızlar Line ve Amanda’ya rast geliyorum. Uzun süre seyahat ediyorsanız, tanıştığınız insanlara başka şehir ve ülkelerde rastlamak çok olası. Beraber akşam yemeğine gidiyoruz saat sekiz gibi. Aa! restoranda hiç bir şey hazır değil. Garson, ancak bir saat sonra hazır olur yemekler diyor. Arjantin’de akşam yemeği, İspanyadaki gibi saat 9-10 civarında yeniliyor. Allahtan empanadas her daim var da şarap ve empanadas ile yemek saatine kadar oyalanıyoruz. Yemek esnasında, yan masada oturan Arjantinli bir amca (sonradan yaşının 76 olduğunu öğrendiğim pek neşeli ve oldukça dinç) yemekten sonra içki içmeye davet ediyor bizi. Ancak Pazar günü olduğu için her yer erkenden kapatmış ve biz de amcanın müzisyen kızının arkadaşlarıyla prova yaptığı kapalı ama açık bir bara gidiyoruz. İçeride 10-15 kişi var yok, kısa zamanda tek masa oluveriyoruz. Arjantinde hemen kaynaşılıyor böyle.

Sonrada, böyle de bir bağ sahibi olma..

Ertesi gün, öğlen bisiklet kiralayıp Cafayate’nin etrafında yer alan birkaç şarap bağını ziyaret ediyorum. O kadar pedal çevirmenin ödülü her şarap evinde tattığım şaraplar oluyor elbette. Yöreye özgün Torrente üzümünden yapılan beyaz şarap buranın simgesi olmuş adeta. Torrente, aromatik, burunda ve ağızda uzun, yarı gövdeli, meyvemsi bir şarap. Kırmızı şarap olarak üretilen Tannay ise gövdesiz ve yüksek tanenli yapısıyla benim ilgimi fazla çekmiyor. Vay be, Mehmet Yalçın gibi mi konuştum acaba? Ne yapayım, şarap ve kahve her zaman ilgimi çekmiştir benim. Seviyorum işte, seviyorum, seviyorum.
Cafayate’den gerisin geri Salta’ya dönüyorum ertesi gün. Efendim, dönüşümün sebeb-i hikmeti, buradan İguazu Şelalelerine gidecek olmam. İguazu şelaleleri dünyanın en büyük şelalelerine sahip milli park olması nedeniyle dünyanın her yanından insanın ziyaret ettiği bir park. Salta^dan yol 24 saat sürüyor ve bu memlekette otobüs pahallı. Ama yok bu sefer zamanı da parayı da harcayıp İguazu’ya gidiyorum. Allahtan otobüsler konforlu da yol çekiliyor. Normalden geniş ve 160 derece yatan koltuklar, film, yemek, blog yaz derken vakit geçiyor. Iguazu şelalelerinin bulunduğu Puerto Iguazu kasabasında bir halt yok. Dolayısıyla fazladan kalmaya da gerek yok. Ben de öyle yapıp, ertesi gün hostelden ayrılıp (çantayı otelde bırakabilirsiniz) Iguazu parkını geziyorum ve akşama otobüse binip son durağa doğru yola çıkıyorum. Parkta şelalelerle karşılaştığım ilk anı tarif etmek mümkün değil. Hafif salaklıkla karışık bir mutluluk hali ve ağız kulaklarda bir şekilde bakakalıyorum öyle. Gerçekten de gördüğünüz manzara daha önce gördüğünüz hiç bir şeye benzemiyor. Hani cennet tasviri yapılır ya, her yerinden şırıl şırıl sular akan mekan olarak. İşte burası bir nevi cennet. Bir nevi zira, burada sular şırıl şırıl değil gürül gürül akıyor. O,’ Garganta del Diablo’ türkçesi Şeytanın Boğazı denen yerde akan suyun şiddeti, gücü nedir öyle. Tapınasınız geliyor bu güce. Öylece salaklaşıp, büyüleniyorsunuz. Parkı gezerken gördüğünüz hayvanat ve nebatta hediyesi oluyor bu gezi. Bu turu yapmış olmanın gururu ile Buenos Aires’e yaptığım 20 saatlik yolculuk vız geliyor tırıs gidiyor.

Hiç yorum yok: