Dediğim gibi kredi kartlarını kaptığım gibi soluğu Nikaragua sınırında aldım. Vizenin bitmesine 2 gün var, neyse ki sorunsuz giriş yaptım. Aslında sorunsuz sayılmaz, kapıda 12 USD giriş parası ödeyince benim cüzdanda bir sorun oldu tabi. Neyse, girdik ya. Size küçük bir tavsiye, buralarda önceden fiyatta anlaşmadan asla bir şey almayın. Malum, sınır kapıları arasında birkaç kilometre mesafe olduğu için, sizi ve çantanızı bir sınırdan diğerine bisikletle (hani şu rickshawlar var ya Hindistan’da, onlardan işte) taşıma işi bir sektör haline gelmiş. Genelde ücret, 1-2 dolar. Honduras sınırında, gençten bir çocuk yanaştı ve beni sınıra götürebileceğini söyledi. Fiyatı sordum, ‘iş bitince bahşiş verirsin’ dedi. Ben zaten koştura koştura gelmişim hiç üstelemedim ve iki sınırı da geçip otobüse geldim. Önce bir dolar uzattım, ters ters baktı suratıma. Sonra iki dolar verdim, yine o ters bakışlar. Ne kadar vermem gerekiyor ki deyince, 5-10 dolar demesin mi! Tepem atıverdi birden. Bana bak dedim, bize bu paralar havadan mı yağıyor, eşek gibi çalışıyoruz buralara gelmek için. Yine kem küm edince bir dolar daha verip, kendime söylene söylene otobüse bindim. Dediğim gibi, siz siz olun, mutlaka fiyatta başta anlaşın.
Sallanan sandalyeler
Nikaragua’ya girer girmez iyi hissetim yeniden. Nedense Honduras’ta kendimi yolunacak turist olarak görme duygusunu üzerimden atamamıştım. Burada insanlar El Salvador’daki gibi sıcak ve dostane yaklaşıyorlar. Yüzler burada da gülümsüyor. Kim bilir, belki de El Salvador, Nikaragua gibi iç savaşlarla, diktatörlükle uzun yıllar yaşamış bu ülkelerde, en çok hasret kalınan duygu barış ve huzurdur.
Leon
Nikaragua’da ilk durak Leon şehri. Leon, sevimli, kolonyal bir şehir. Sınıra iki saat mesafede olması ayrıca süper tabi. Aslında 3-4 gün kalınabilir ama benim ayın 2’sinde Managua’da olmam gerektiğinden ancak 2 gece kalabildim. Orta Amerikanın en büyük katedrali burada yer alıyor. Katedral büyük ama çok bakımsız. Her şehirde olduğu gibi burada da şehir merkezinde bir park ve katedral var. Şehir, gündüzleri oldukça sıcak. Benim tavsiyem bir gününüzü 45 dk. mesafedeki plaja ayırmanız. Aa, bir de Meydandaki Devrim Müzesi var. Öyle aman aman bir müze değil. Eski sandinist gerillaların rehberlik yaptığı (sadece İspanyolca) bakımsız bir bina. Somoza dönemine ait fotoğraflar ve gazete haberlerinden oluşuyor sergi. Ama oldukça bilgileniyorsunuz gezerken. Mesela, General Augusto Cesar Sandino’nun (Sandinist kelimesi bu zatın isminden geliyor) dönemin (ve de gelecek 35 yılın) iktidar sahibi Somoza tarafından barış görüşmesi bahanesiyle yemeğe davet edilip orada Somoza tarafından öldürüldüğünü biliyor muydunuz? Bilmiyordunuz tabi.. Ne demişler çok okuyan değil, çok gezen bilir : )) Ne kalleş adammış bu Somoza ya. Adam, 1972 depreminde yardım olarak gelen paraları bile hortumlamış. Yav, bu Orta Amerika hikayeleri neden bana hep tanıdık geliyor, anlamadım valla. Hani nasıl derler bir nevi ‘déja vu’ durumu yani.
Leon'da akşam
Yine boyumdan büyük konulara girdim, neyse biz yolculuğa devam edelim. Bu yolculuk kavramı çok felsefik bir boyutta kazanabilir bazen. Cümle içinde kullanmak gerekirse; Bu yolculuk, içe yapılan bir yolculuk aynı zamanda. Nasıl ama havalı dimi.
Leon’da hızlandırılmış bir turdan sonra, ertesi sabah erkenden Managua’ya doğru yola çıktım. Managua sadece 1,5 saat mesafede. Şoför beni Göçmen Ofisinin yakınında indirince pek bi sevindirik oldum. Zira, bu Orta Amerika başkentlerinde şehir içi trafiği tam arap saçı. Tek çare üçkağıtçı taksi şoförlerine boyun eğmekte. Ta, Beliz’’den beri kılım taksi şoförlerine (bkz. Bir Garip Yolculuk Hikayesi) zaten. Neyse, göçmen ofisinin önünde bir buçuk saat bekleyişten sonra 10 USD verip 30 gün uzatma aldım. Oh, benden iyisi yok artık. Hemen güzel bir yerde espresso eşliğinde bir cigara tüttürdüm tabi.
Eskiden ne çok vardı bizde de..
Tegucigalpa’da 3 günlük esaretten sonra büyük şehirde kalmaya hiç niyetim yok. Hemen garaja gidip (taksiyle tabi, parayı kurtardık ya) bir saat mesafedeki Granada’ya gidiyorum. Yola çıkmadan önce bizim İtalyanlardan kaldıkları yerin adresini almıştım. Zahmetsizce hostele yerleşip, makinemi kaptığım gibi şehrin sokaklarında renkler arasında gizemli bir yolculuğa çıkıyorum (ba.. ba.. ba..ba..) Yok ya, ne gizemli yolculuğu, her zamanki gibi önce mideyi doldur, sonra sokakları arşınla, fotoğraf çek, güzel kahve yapan mekan keşfet, sonra duş al, çamaşır yıka, akşam yemeği, akşam geyiği, gece gezmesi derken bir gün daha geçip gidiyor işte. Granada pek keyifli bir şehir. Tek kusuru tüm gezginlerin aynı şeyi düşünüp buraya gelmesi. Bir de buna, Amerika’dan kaçıp buraya yerleşen gringoları ekleyince meydandaki sokaklarda yerli halk azınlıkta kalıyor. Ama siz yine de bu duruma bakıp sadece iki sokağı var gezilecek yanılgısına kapılmayın, gidin birkaç sokak öteye beriye, futbol oynayan gençlerin, sokaklarda oynayan çocukların, sallanan sandalyelerinde keyifli akşam sohbetleri yapan halkın yaşadığı, rengarenk binaların doldurduğu yerleri gezin. İyi oldu ya bu cümle. Ben şimdi yemeğe kaçıyorum, yemekten sonra yumurtlamaya devam edicem canlarım benim.
Beyzbolun Nikaragua versiyonu
İki gündür, tembellikten kaldığımız otelde yiyiyoruz, bu akşam 10 dakika mesafedeki comedor’a (ucuz yemek yenilen lokanta) gittik yemeğe. Ne kadar ucuz derseniz, bir bira, bir et yemeği 5 TL. Nikaragua’nın bir güzel yanı da Orta Amerika’daki en ucuz ülke olması. Honduras’ta her yerde söğüşlendikten sonra pek iyi geldi bana.
İşte burası komedor oluyor
Tamam, tamam gevezeliği bırakıp devam ediyorum. Akşam yemeği için pek hoş restoranlar var Granada’da ama fiyatlara aldanmayın. Zira fiyatlara yüzde on beş vergi yüzde on servis eklenince şöyle hafiften yutkunuyorsunuz. Bana kalırsa, Shell istasyonunun karşısında Rivas otobüslerinin kalktığı comedorda yiyin derim. Abla harika yemekler yapıyor hemde üç otuz kuruşa. Bu arada Nikaragua’nın en kötü yanı, mutfağı hikaye. Geldim geleli, et, tavuk, makarna ve pilav yemekten dilim damağım kurudu.
Granada'dan manzarayı umumiye
Konaklama ve bira oldukça ucuz Granada'da. Yatakhanede bir yatak 8 TL, bira 2 TL. Uzun süre kalmak için ideal. Biz bir gün şehri gezdikten sonra, ertesi gün Masaya’ya (45 dakika mesafede bir kasaba) göle gittik. Ben gider gitmez kendimi göle atıverdim. Karayibler’in göz yakan tuzlu sularından sonra pek hoşuma gitti gölde yüzmek. Sohbet, muhabbet derken acıktık ve öğle yemeği için ortaya karışık mangal söyledik. Toplamda altı kişiyiz (daha önce birkaç kez karşılaştığımız Hollandalı çiftte bize katıldı) ama gelen yemek 2 kişilik. Garsona bir iki söylenince takviye yapayım diye gitti ve elinde yarım porsiyon etle geri geldi. Tamam, turistiz ama bu kadarı da fazla yani. Yemeği yedik ama karnımız aç hala. Duruma isyan edip, lokanta sahibinin ‘polis çağırırım ha’ tehditlerine aldırmadan, hesabı düşürmeyi başardık. Bazen cazgırlık işe yarıyor.
Renkler tartışılır. Niye bizde renk yok hiç, içimiz karardı valla.
Hem Leon’da hem Ometepe’de görülecek güzel volkanlar var(mış) ama benim hiiç işim olmaz. Guatemala’da bir kez tırmandık (bkz. Xela), yeter Orta Amerika için. Granada’da daha kalırdım ama Honduras’ta kaybettiğim zamanı telafi etmek için biraz hızlanmam lazım. Daha burada iki ülke ve ardından Güney Amerika var. Gerçi iki ülke diyorum ama bir ülkede olabilir. Panama vizem yok çünkü. Ne bileyim, Panama’ya gitmem herhalde diye hiç üzerine düşmedim, zamanımda yoktu ayrıca vizeyi beklemeye (uzun sürebiliyor vizenin gelmesi). Ama burada duydum ki güzel bir ülkeymiş. Ayrıca Panama’yı karadan geçemezsem Costa Rika’dan uçmak zorundayım ki bu da bana kapak (500 USD) olur. Sıkıntı bitmiyor ki. Ulen, tatile mi pardon seyahate mi geldik çalışmaya mı? Halbuki, şimdi evde olsam, ohhh! uzat ayaklarını sehpaya, bas kumandaya istediğin kanalı izle, yemek sepetinden istediğin yemeği sipariş et, internetten arkadaşlarınla takıl. Siz iyisiniz orada valla, biz burada koca çantalarla, bu sıcakta oradan oraya göçüp duralım, siz paşalar gibi takılın. Ya zaten bende hiç akıl yok ki, bu yaşa geldik ev, araba almak varken paraları buralarda yiyoruz. Ne diyordum, Panama vizesini alamazsam mıçtım diyordum dimi. Ben de google’dan (yaşa varol Google, sen büyüksün abi ) Panama Fahri Konsolosu Hatice Hanımın elektronik postasını bulup durumumu anlatan bir elektronik posta ( türkçe kullanalım dedik ama çok uzun ya bu e-mailin türkçesi) yolladım. O’da bana cevaben ‘Panama vize rejiminin değiştiğini, eğer geçerli Amerika veya Schengen vizem varsa ve bu ülkelere bir kez giriş yaptıysam sorunsuz girebileceğimi söyledi. Benim, gitmesem de, görmesem de bir Amerika vizem var ama giriş yapmadım hiç. Bu durumda ya risk alıp karadan, zorla girmeye çalışmalıymışım ya da bana verdiği formları doldurup yollamalıymışım. Ben ikincisini yaptım ama şimdiki sorun ben Costa Rika’dan ayrılıncaya kadar vize onayı gelmeyebilirmiş. Napalım, bakıcaz gari bir çaresine.
Şimdi sırada Isla de Ometepe var. Buradan 3 saat gittiniz mi Rivas’a varıyorsunuz. Oradan da 45 dakika tekne yolculuğu, hop Ometepe adasındasınız. Ama benden bu kadar bu akşamlık. Yatakhaneye 2 yeni alaman kız geldi, şimdi onları yalnız bırakmak olmaz dimi. Ulen siz var ya, aklınız fikriniz şeyde. Adadaki gezilecek, görülecek yerleri anlatıcaz herhalde.
Başlığı merak ediyorsunuz dimi? Edin, edin. Amaçta bu zaten. Başlık ilgi çekici olsun ki yazıyı okuyun. Sonra bir bakmışınız ki yazının sonu gelmiş ama ne olduğunu hala öğrenememişsiniz. Ee, bu durumda yeni sayıyı okumanız lazım : ) Yakında görüşmek üzere.
1 yorum:
Hey there! I simply wish to give you a huge thumbs up for the excellent info you have got here on this post. I am coming back to your blog for more soon.
[url=http://xrumergeek.com]xrumergeek.coming[/url]
Yorum Gönder