Prolog
Hep gezi geyikleri yazacak değilim ya, bir de ağır bir konuya girelim, dimi ama.
Giriş
Düzgün ve anlamlı cümle kurmak meşakkatli bir iş. Konuşurken, böyle bir zorunluluğunuz yok ama yazarken bir virgülü bile atlasanız anlam kayıveriyor. Sizlerde fark ediyor musunuz, ellisine merdiven dayayan herkeste bir kitap yazma çabası var (ohoo! benim daha çok var ellisine). Bir tez okuyorum son günlerde, ölümlülük üzerine. Bu tür yaratımların arkasında ölümlülük duygusunun yattığını savunuyor. Katılıyorum bu görüşe. Ölüp gittikten sonra arkada kalıcı bir şeyler bırakma çabası, firavunlardan, sıradan insanlara kadar herkeste görülebilecek bir durum.
Gelişme
Of! Çok ciddi oldum değil mi? Ben niye yazıyorum acaba? Aslında blog yazmak gibi bir düşüncem yoktu başlangıçta ama gideceğimi bilen her arkadaşım bu konuda beni gaza getirdi.
Ortaokuldayken, türkçe dersinde zaman zaman bir konu başlığı verilir ve kompozisyon yazmamız istenirdi. Ne kadar zor gelirdi kompozisyon yazmak. Yaza, sile bir hal olurdum. Benim yazı deneyimim, bu kompozisyon ödevleri ile internet ve cep telefonunun icat edilmediği dönemlerde aileme (sekiz yıllık yatılı okul döneminde) ve sevgilim olduğunu zannettiğim bir kıza yazdığım mektuplardan öteye geçmedi hiç.
Bundan önceki, Uzakdoğu yolculuğumda tuttuğum bir seyir defteri vardı ama kim bilir nerede şimdi. Ama size bir şey söyleyeyim mi, keyifli bir işmiş yazmak. Benimkine yazmak denirse tabi. Sadece klişelerden uzak ve sohbet havasında yazmaya çalışıyorum. Sevmiyorum öyle ‘akşam üzeri adaya vardığımda, güneşin kızıllığı gökyüzünü kaplamıştı’ ya da ‘1705’de inşa edilen katedral, varlığını bugüne kadar sürdürmeyi başarsa da bakımsızlığın izleri açıkça görülüyordu’ tarzı yazıları.
Elbette, hiç bir yazı sizi oraya götürmeyi, o anı yaşatmayı başaramaz. İlla ki kendi görmeli, duymalı, koklamalı, dokunmalı insan. Benimde böyle bir çabam yok açıkçası. Açıkçası, keyif almaya başladım yazmaktan. Kişisel tatmin işte. İnsan merak etmiyorda değil, yazdıklarım okunuyor mu, beğeniliyor mu diye. Mesela, her gün yüz kişi okusa yazdıklarımı ve bunun doksan beşi beğense amma güzel olur : ))
Sonuç
Şahane yazan insanlar var, bir türlü anlayamıyorum hepimizin bildiği kelimeleri nasıl o şekilde bir araya getirmeyi başarabiliyorlar. Tabi birde o kadar olayı, hikayeyi, karakteri kurgulamak var. Sihirbazlık gibi bir şey resmen. Düşünsenize yazdıklarınızı her kuşaktan milyonlarca insan okuyor. Mesela burada alman bir çocukla tanıştım, Orhan Pamuk hayranı. N’apsam, bende roman yazmaya mı başlasam acaba (şaka, şaka)
Epilog
Yazılarımda düşük cümleler, mebzul miktarda yazım ve imla hatasının olduğunun farkındayım. Kimi zaman yatakhanede sadece bilgisayar ışığında (gözlerde eskisi kadar keskin değil), ya da interneti bulduğum kısıtlı anda hızlıca ve de ingilizce klavyesi olan bilgisayarda yazınca bu kadar oluyor ancak. Surç-i lisan ettiysem affola.
4 yorum:
gayet guzel, mutlucan aynen boyle devam et, hepsini gunu gunune olmasa da okuyan birileri var...
ben gayet begenerek okuyorum seni taniyan ortak arkadaslarimizla da blogundan bahsediyoruz
Mutlucum bence önemli olan, akıcı bir dile sahip olmak..senin yazılarında onu buluyorum şahsen..hem bu sebepten hem de gittiğin coğrafyaya olan özel ilgimden dolayı takip ediyorum yazılarını beğeniyle..bol bol yaz sen..=)
Yeter ki okuyun siz, ben her gün yazarım : )) Şaka bir yana, motivasyonunuz için teşekkürler.
Baho, doğru dürüst bir blog için senin yaratıcılığına ve sihirli parmaklarına ihtiyacım var ayrıca : ))
Yorum Gönder