20 Mayıs 2012

GÜZEL HAVALARIN ŞEHRİ - BUENOS AİRES


Hava burada her daim güzel mi bilemem ama şehrin adı ‘İyi havalar’ demek. (Buenos Aires bundan sonra BA olarak anılacaktır).  Ben BA’ya vardığımda Mayıs sonu gelmişti bile. Yani buranın kışının başlangıcı. Gündüzleri havalar iyi olsa da güneş kaybolur kaybolmaz hemen soğuyor. İyi ki Bolivya’dan almışım Alpaka kazağı, mis gib sıcacık tutuyor.
İlk olarak Puerto Limon adlı bir hostele gittim. San Telmo bölgesinde (bizim beyoğlunun karşılığı gibi bir yer), sahipleri oldukça kuul, çalışanları muhabbet, ortada kocaman avlusu olan ve iki gecede bir içilip, dağıtılan (bir gece dinlenmek için) hoş bir mekan. Bir de hemen bitişiğindeki dürümcü yok mu! Hem ucuz hem de bizdeki gibi miligramla yapmıyorlar dürümleri. Envai soslarda cabası. 

San Telmo güzel. Buradan La Boca’ya ve şehir merkezine yürüyerek gidebilirsiniz. Diğer yerlere gitmek için de mebzul miktarda otobüs geçiyor ve metro durağı çok uzak değil. BA kocaman bir şehir. Elbette gezilecek çok yer var ama ilk üç birkaç gün k.çımı kıpırdatmaya niyetim yok. Zaten ilk gece öyle içildi ki istesem de kıpırdayamam artık.

İki gün sonra..
Artık şehri keşfetmek zamanı geldi. Fotoğraf makinemi alıp La Boca’ya doğru sokakları arşınlıyorum. La Boca, bir zamanlar Maradona’nın da top koşturduğu, La Boca Juniors futbol takımının mesken tuttuğu (Boca Juniors stadı burada) ve teneke kaplı mekanların sanatçılar tarafından rengarenk boyandığı marjinal bir yer. La Boca ağız demek. Zira burası BA'in liman bölgesi yani denize açılan ağzı. Öğlen gibi Boca Junior stadının etrafında gezerken bir ‘asado’cu yani bizim bildiğimiz kebapçı, görüyorum. Karışık tabak ızgara, salata ve içecek 15 dolara geliyor. İyi para (benim için tabi) ama sonuçta hiç pişman olmuyorum. O ne ettir kardeşim öyle! Yerken ağzımın suları etin akan sularına karışıyor. Sulu dediysem fransızların rozbifi gibi değil. Kalın bir dilim et orta ateşte medyum pişmiş. Uzun otobüs yolculuklarında görmüştüm uçsuz bucaksız meralarda otlayan danaları. Yedikleri her şey doğal. Eh, bir de kesimi ve pişirmeyi bilince Arjantin mucizesi ortaya çıkıyor kendiliğinden. Memlekette, kösele kıvamında pişirilen incecik et parçalarından sonra burası bir vaha gibi. Vejeteryan olmadığıma şükrediyorum. Yoksa fazla şansınız yok BA’da, mecburi istikamet pizzacı. Maalesef yanlış okumadınız. Ya et, ya pizza, ya terk et! Pizzaları, italyanla amerikan pizzası arasında bir tür. Fena değil ama ben İtalyancıyım bu konuda. BA da hatırı sayılır bir İtalyan göçmen nüfusu var ama neden gerçek İtalyan pizzası yok anlamış değilim. Konu dağıldı yine. Kebapçıda hayallere dalmış bir şekilde  kemikleri sıyırırken hesap geliyor ve ben gerçek dünyaya dönüyorum. Öyle yemişim ki akşam hala acayip toktum. 

La Boca
La Boca, oldukça fotojenik bir bölge. Bir sürü fotoğraf çektikten sonra dönüyorum hostele. Hostelde çalışan 2 fransız var, Christelle ve Charlotte. Bir de turistik bir restoranda çalışıp burada kalan Douglas var. Sonra onların arkadaşları ve onların da arkadaşları derken akşamları bayağı bar gibi oluyor burası. Burada 5 gün kaldıktan sonra  -Sakat yer burası. İç, iç nereye kadar- mekan değişikliği zamanının geldiğine karar vererek yine San Telmo’da başka bir mekana gidiyorum. Burası da güzel ama 2 gün sonra Puerto Limon yine beni içine çekiyor. Ama bu sefer daha tehlikeli. Zira Brezilyalılar gelmiş. Adamlar gündüz başlıyorlar içmeye bir daha da durmuyorlar. Sadece kendileri içmekle kalmayıp devamlı içki satın alıp herkesi de içirtiyorlar. Adiler, alışık oldukları için sapasağlamlar. Benim gibi kofti içiciler ise sürünüyor ertesi gün. 

Elbet her gece hostelde geçmiyor. Her yerde ve her gün açık mekanlar var. BA’da gece hayatı yedi de yedi. Yani her gece gidilecek mekan mevcut. Yalnız, İstanbul’da olduğu gibi on iki -birden önce gidilmiyor bir yere. BA’liler de İspanyollar gibi gecenin onunda yiyorlar akşam yemeklerini. Sonra içmeye başlıyorlar, sonra da sabahlara kadar tepinmeye. Siz siz olun her gece dağıtmak yerine en azından bir gece, tango gösterisi ve dansının yapıldığı Milonga’ya gidin. 

Bir gün, şehir merkezine gidiyorum. Her yer dükkan ve tezgah dolu. Her daim kalabalık ve hareketli. Beni çok çekmedi. Buraya kadar gelince Casa Rosada’yı atlamayın. Casa Rosada ‘Pembe ev’ demek. Hani şu Evita Peron’un balkonundan halka seslendiği meşhur kraliyet sarayı. Bir başka gün, BA’in şık semti Recoleta’dayım. Hostelden bir fransız çocukla gidiyorum. Ortaköy misali zanaatçı tezgahları var burada ve meşhur Recoleta mezarlığı. Elbette en meşhur mezar, Evita’ya ait. Unutmadan, BA bir parklar şehri. Her sene ‘bilmem kaç fidan ektik’ deyip duran İstanbul belediyesi park-bahçeler müdürünü buraya getirmek lazım bu iş nasıl yapılırmış görsün diye. Park derken parkçıklardan bahsetmiyorum, bir nevi orman buranın parkları. 

Al sana park
BA hafta sonu görülecek bir başka yer, Palermo Viejo. Aslında şık bir semt olmasının dışında çok ilginç değil ama hafta sonu meydanda bir sürü canlı müzik yapan grup var. Etrafta da bir sürü güzel restoran. Et restoranı tabi :) 

Palermo Viejo'da pazar günü
 Hafta sonu demişken, San Thelmo’da da Pazar günleri kurulan ve sanırsınız BA bütün sanatçı ve zanaatçılarının buluştuğu Pazar var. Hemen her sokağın köşesinde müzik yapan gruplar ve tango yapan dansçılar var. Bu kafelerden birinde otururken garson, muhabbet esnasında türk
olduğumu öğrenince, burada hafta sonları dans eden sokak dansçısı Ayşe’den bahsetti. Helal olsun ya! Türk kızı gelmiş, müslüman mahallede salyangoz satıyor misali takılıyor. 

2 hafta geçtikten sonra insanların neden bu şehre bayıldıklarını anladım galiba. İnsanlar burada sosyal bir şekilde yaşıyorlar. Ya evlerde ya mekanlarda toplanılıyor. Gece mekanlarında herkes birbiriyle tanışıyor ve eğleniyor. Her gece bir yerde bir şeyler var. Büyük şehir ama geniş bulvarları ve devasa parkları şehre nefes aldırıyor. Yeterince kültürel ve sanatsal aktivite var. Burası da gerek yaşayanları, gerek ziyaretçileri ile kozmopolit bir şehir. Ve eski dönem mimarisi iyi korunmuş. Tabi bir de şarapları güzel ve ucuz. Marketten 5-10 TL karşılığı aldığınız şarap sizi asla hayal kırıklığına uğratmayacaktır. 

Valla ben sadece fotoğrafını çektim.
Son Söz 
Günler haftaları, haftalar ayları kovaladı ve benim dönüş uçuşunun tarihi geldi çattı. Az gittim, uz gittim dere tepe düz gittim. Sonra bir de bakmışım ki 20.000 km. yol gitmişim yedi buçuk ayda. Son gece tek başıma San Telmoda’ki en güzel restorana gidip güzel bir biftek ve şarap söyledim kendime. Yalnız kalmak istedim. Yaklaşık 7-8 yıldır hayal edip bir türlü gerçekleştiremediğim bir yolculuğun sonuna gelmiştim. Hep böyle yapıyoruz değil mi? Önce hayal ediyoruz sonra da o hayalin tam tersi hayatlara dalıp hapsoluyoruz kendi karabasanımız içinde. Bu benim ikinci büyük kaçışım. İlki, ikibinde Güneydoğu Asya’da 5 aylık bir yolculuktu. Yani virüs, ilk defa orada bulaştı. Bilirsiniz, virüslerin sessiz kaldığı dönemler vardır, bir nevi uykuya yattığı. Ama bir gün, daha da güçlenmiş ve yenilenmiş olarak uyanırlar ve hastalık salarlar ortalığa. Ben şimdi heyecanla yeniden hasta olmayı bekliyorum. 

To be continued..