Hava burada her daim güzel mi bilemem ama şehrin adı ‘İyi
havalar’ demek. (Buenos Aires bundan sonra BA olarak anılacaktır). Ben BA’ya vardığımda Mayıs sonu gelmişti
bile. Yani buranın kışının başlangıcı. Gündüzleri havalar iyi olsa da güneş
kaybolur kaybolmaz hemen soğuyor. İyi ki Bolivya’dan almışım Alpaka kazağı, mis
gib sıcacık tutuyor.
İlk olarak Puerto Limon adlı bir hostele gittim. San Telmo bölgesinde
(bizim beyoğlunun karşılığı gibi bir yer), sahipleri oldukça kuul, çalışanları
muhabbet, ortada kocaman avlusu olan ve iki gecede bir içilip, dağıtılan (bir
gece dinlenmek için) hoş bir mekan. Bir de hemen bitişiğindeki dürümcü yok mu!
Hem ucuz hem de bizdeki gibi miligramla yapmıyorlar dürümleri. Envai soslarda
cabası.
San Telmo güzel. Buradan La Boca’ya ve şehir merkezine yürüyerek
gidebilirsiniz. Diğer yerlere gitmek için de mebzul miktarda otobüs geçiyor ve
metro durağı çok uzak değil. BA kocaman bir şehir. Elbette gezilecek çok yer
var ama ilk üç birkaç gün k.çımı kıpırdatmaya niyetim yok. Zaten ilk gece öyle
içildi ki istesem de kıpırdayamam artık.
İki gün sonra..
Artık şehri keşfetmek zamanı geldi. Fotoğraf makinemi alıp La Boca’ya doğru
sokakları arşınlıyorum. La Boca, bir zamanlar Maradona’nın da top koşturduğu,
La Boca Juniors futbol takımının mesken tuttuğu (Boca Juniors stadı burada) ve
teneke kaplı mekanların sanatçılar tarafından rengarenk boyandığı marjinal bir
yer. La Boca ağız demek. Zira burası BA'in liman bölgesi yani denize açılan ağzı. Öğlen gibi Boca Junior stadının etrafında gezerken bir ‘asado’cu yani
bizim bildiğimiz kebapçı, görüyorum. Karışık tabak ızgara, salata ve içecek 15
dolara geliyor. İyi para (benim için tabi) ama sonuçta hiç pişman olmuyorum. O
ne ettir kardeşim öyle! Yerken ağzımın suları etin akan sularına karışıyor.
Sulu dediysem fransızların rozbifi gibi değil. Kalın bir dilim et orta ateşte
medyum pişmiş. Uzun otobüs yolculuklarında görmüştüm uçsuz bucaksız meralarda
otlayan danaları. Yedikleri her şey doğal. Eh, bir de kesimi ve pişirmeyi
bilince Arjantin mucizesi ortaya çıkıyor kendiliğinden. Memlekette, kösele
kıvamında pişirilen incecik et parçalarından sonra burası bir vaha gibi.
Vejeteryan olmadığıma şükrediyorum. Yoksa fazla şansınız yok BA’da, mecburi
istikamet pizzacı. Maalesef yanlış okumadınız. Ya et, ya pizza, ya terk et!
Pizzaları, italyanla amerikan pizzası arasında bir tür. Fena değil ama ben
İtalyancıyım bu konuda. BA da hatırı sayılır bir İtalyan göçmen nüfusu var ama
neden gerçek İtalyan pizzası yok anlamış değilim. Konu dağıldı yine. Kebapçıda hayallere
dalmış bir şekilde kemikleri sıyırırken
hesap geliyor ve ben gerçek dünyaya dönüyorum. Öyle yemişim ki akşam hala acayip
toktum.
La Boca |
La Boca, oldukça fotojenik bir bölge. Bir sürü fotoğraf çektikten sonra
dönüyorum hostele. Hostelde çalışan 2 fransız var, Christelle ve Charlotte. Bir
de turistik bir restoranda çalışıp burada kalan Douglas var. Sonra onların
arkadaşları ve onların da arkadaşları derken akşamları bayağı bar gibi oluyor
burası. Burada 5 gün kaldıktan sonra -Sakat
yer burası. İç, iç nereye kadar- mekan değişikliği zamanının geldiğine karar
vererek yine San Telmo’da başka bir mekana gidiyorum. Burası da güzel ama 2 gün
sonra Puerto Limon yine beni içine çekiyor. Ama bu sefer daha tehlikeli. Zira
Brezilyalılar gelmiş. Adamlar gündüz başlıyorlar içmeye bir daha da
durmuyorlar. Sadece kendileri içmekle kalmayıp devamlı içki satın alıp herkesi
de içirtiyorlar. Adiler, alışık oldukları için sapasağlamlar. Benim gibi kofti
içiciler ise sürünüyor ertesi gün.
Elbet her gece hostelde geçmiyor. Her yerde ve her gün açık mekanlar var.
BA’da gece hayatı yedi de yedi. Yani her gece gidilecek mekan mevcut. Yalnız,
İstanbul’da olduğu gibi on iki -birden önce gidilmiyor bir yere. BA’liler de
İspanyollar gibi gecenin onunda yiyorlar akşam yemeklerini. Sonra içmeye
başlıyorlar, sonra da sabahlara kadar tepinmeye. Siz siz olun her gece dağıtmak
yerine en azından bir gece, tango gösterisi ve dansının yapıldığı Milonga’ya
gidin.
Bir gün, şehir merkezine gidiyorum. Her yer dükkan ve tezgah dolu. Her daim
kalabalık ve hareketli. Beni çok çekmedi. Buraya kadar gelince Casa Rosada’yı
atlamayın. Casa Rosada ‘Pembe ev’ demek. Hani şu Evita Peron’un balkonundan
halka seslendiği meşhur kraliyet sarayı. Bir başka gün, BA’in şık semti Recoleta’dayım. Hostelden bir fransız
çocukla gidiyorum. Ortaköy misali zanaatçı tezgahları var burada ve meşhur Recoleta
mezarlığı. Elbette en meşhur mezar, Evita’ya ait. Unutmadan, BA bir parklar
şehri. Her sene ‘bilmem kaç fidan ektik’ deyip duran İstanbul belediyesi park-bahçeler
müdürünü buraya getirmek lazım bu iş nasıl yapılırmış görsün diye. Park derken
parkçıklardan bahsetmiyorum, bir nevi orman buranın parkları.
Al sana park |
BA hafta sonu görülecek bir başka yer, Palermo Viejo. Aslında şık bir semt
olmasının dışında çok ilginç değil ama hafta sonu meydanda bir sürü canlı müzik
yapan grup var. Etrafta da bir sürü güzel restoran. Et restoranı tabi :)
Palermo Viejo'da pazar günü |
Hafta sonu demişken, San Thelmo’da da Pazar günleri kurulan ve sanırsınız
BA bütün sanatçı ve zanaatçılarının buluştuğu Pazar var. Hemen her sokağın
köşesinde müzik yapan gruplar ve tango yapan dansçılar var. Bu kafelerden
birinde otururken garson, muhabbet esnasında türk
olduğumu öğrenince, burada
hafta sonları dans eden sokak dansçısı Ayşe’den bahsetti. Helal olsun ya! Türk
kızı gelmiş, müslüman mahallede salyangoz satıyor misali takılıyor.
2 hafta geçtikten sonra insanların neden bu şehre bayıldıklarını anladım
galiba. İnsanlar burada sosyal bir şekilde yaşıyorlar. Ya evlerde ya mekanlarda
toplanılıyor. Gece mekanlarında herkes birbiriyle tanışıyor ve eğleniyor. Her
gece bir yerde bir şeyler var. Büyük şehir ama geniş bulvarları ve devasa
parkları şehre nefes aldırıyor. Yeterince kültürel ve sanatsal aktivite var.
Burası da gerek yaşayanları, gerek ziyaretçileri ile kozmopolit bir şehir. Ve
eski dönem mimarisi iyi korunmuş. Tabi bir de şarapları güzel ve ucuz. Marketten
5-10 TL karşılığı aldığınız şarap sizi asla hayal kırıklığına uğratmayacaktır.
Valla ben sadece fotoğrafını çektim. |
Son Söz
Günler haftaları, haftalar ayları kovaladı ve benim dönüş uçuşunun tarihi
geldi çattı. Az gittim, uz gittim dere tepe düz gittim. Sonra bir de bakmışım ki
20.000 km. yol gitmişim yedi buçuk ayda. Son gece tek başıma San Telmoda’ki en
güzel restorana gidip güzel bir biftek ve şarap söyledim kendime. Yalnız kalmak
istedim. Yaklaşık 7-8 yıldır hayal edip bir türlü gerçekleştiremediğim bir
yolculuğun sonuna gelmiştim. Hep böyle yapıyoruz değil mi? Önce hayal ediyoruz
sonra da o hayalin tam tersi hayatlara dalıp hapsoluyoruz kendi karabasanımız
içinde. Bu benim ikinci büyük kaçışım. İlki, ikibinde Güneydoğu Asya’da 5 aylık
bir yolculuktu. Yani virüs, ilk defa orada bulaştı. Bilirsiniz, virüslerin
sessiz kaldığı dönemler vardır, bir nevi uykuya yattığı. Ama bir gün, daha da
güçlenmiş ve yenilenmiş olarak uyanırlar ve hastalık salarlar ortalığa. Ben
şimdi heyecanla yeniden hasta olmayı bekliyorum.
To be continued..