31 Mart 2011

BOGOTA, ESCOBAR, SALSA

Merhabalar herkese,
Herkes dediğime bakmayın sadece bir avuç insansınız okuyan yazılarımı, ben biliyorum. Okumayanları arkadaşlıktan silicem, artık kendileri bilirler : )


Bir ülkeyi ülke yapan nedir, bilin bakalım. İnsanları tabi ne olacak başka. Kolombiyalılar harika bir ülke yapmışlar yaşadıkları coğrafyayı, samimiyetleri, sıcaklıkları ve yardımseverlikleri ile. Bu hissiyatı El Salvador'da da yaşamıştım daha önce. Ama Kolombiya çok daha farklı bence. Çok daha fazla hayattan keyif alıyorlar ve bu hayatlarına yansıyor. Öyle pek alıp veremedikleri yok gibi hayattan. Elbette burada da hayat güllük gülistanlık değil ama yüzler çok daha fazla gülüyor.


Bogota, ülkenin başkenti ve en büyük şehri. 43 milyon Kolombiyalının sekiz milyonu burada yaşıyor. Bildiğimiz büyük şehir işte. Şehrin en ilginç kısmı Candelaria denen ve benimde kaldığım eski şehir. Nüfus genel olarak genç burada zira koca semt adeta üniversite kampüsü gibi. Hemen her sokakta bir üniversitenin bölümü var. Durum böyle olunca da ortalık kafe, bar ve restoranlardan geçilmiyor. Ayrıca mebzul miktarda kilise, katedral bu bölgede yer alıyor.


Şehrin görülmeye değer diğer bir özel mekanı Tuz Parkı. Yok yanlış yazmadım bildiğimiz tuz, NaCl yani. Şehrin 30 km. dışında hala faaliyette olan bir tuz madeninin faaliyette olmayan tünellerinde sembolik ve postmodern katedral adı altında bir sergileme yapmışlar. Tema, İsa'nın çarmıha gerilme hikayesi. Sıkıcı yani. Ama ışık oyunları ve tünellerin kendi cazibesi gayet güzel. İsterseniz tuz madeninin nasıl çalıştığını da görebilirsiniz. Adı kadar (Cathedral de Sal - Tuz Katedrali) cazip olmasa da ilginç bir yer. Başkada iyi gece hayatı var Bogota'da.


Gelelim Escobar'a. Yaşı 35'in üzerinde olanlar duymuştur mutlaka (ben duymadım doğal olarak) dünyanın kokain kralının adını. Pablo Escobar, krallığı için Medellin şehrini mekan tutmuş. Adam şehri resmen ele geçirmiş zamanında. O kadar güçlenmiş ki parti kurup parlemantoya bile girmiş. Ancak bundan 20 yıl kadar önce özel bir ekip tarafından yapılan 499 günlük takipten sonra öldürülmüş. O günden sonra da Medellin şehri rahat bir nefes almış. Ve Kolombiya. Zira, nerede kokain orada para, nerede para orada güç ve çatışma Kolombiya'yı zamanında dünyanın en tehlikeli ülkelerinden birisi yapmaya yetmişti.

Bugünlerde ise Medellin ülkenin en modern, en güvenli ve en temiz şehri olmuş. Gerçi şehir merkezi hala tekinsiz ama yine de şehrin geneli rahat rahat gezilebilir. Ülkedeki en büyük sorunlardan birisi fakir ve zengin arasındaki uçurum. Dolayısıyla fakiri fakir, zengini zengin ve bu durum her ülkede olduğu gibi anarşinin başlıca nedeni. Medellin'in lakabı 'Ebedi Bahar Şehri'. Konumu nedeniyle hemen tüm yıl bahar havası yaşanıyor şehirde. Bütün güzelliklerine rağmen bir gezgin için 2 gün yeter buraya.

Ve, salsa.. Salsanın başkenti neresidir sorusunun cevabını veriyorum. Cali. Küba diye gelen itirazları duyuyorum buradan. Elbette salsa Küba için milli dans sayılır ama bu şehirde bulunan 200 ün üzerindeki salsa okulu, dünyaca meşhur salsa toplulukları ve salsa orkestraları ve sayısız salsa barı ile başkent olma sıfatını Cali ele geçirmiş. Şimdi bu yazıyı yazarken bile yanımda oturan kız, Amerika'dan buraya sırf salsa öğrenmek için geldiğini anlatıyordu bana. Cali ile ilgili gerçek olmayan efsane ise Cali'nin kızlarının Kolombiya'nın en güzel kızları olduğu. Bir kere istatistiklere bakarsanız Kolombiya güzellerinin çoğu başka şehirlerden çıkma. Ama Cali'nin bu sıfatı buradaki hatunları çok motive ediyor olsa gerek, kendilerine iyi bakıyorlar, iyi giyiniyorlar ve Cali'de oldukça popüler olan plastik cerrahinin nimetlerinden faydalanıyorlar. Çamur atıyorum sanmayın buranın kızlarına, sadece abartmamakta fayda var bu durumu. Hele bir Medellin'deki kızları görün, dibiniz düşer valla.

Cali, salsa dışında öyle görülmeden geçilmeyecek bir şehir değil. Ben dört gün kaldım ama salsa dersi aldım, hehe. 29 Mart, 27. doğum günümdü, ne hediye alsam diye düşünürken salsa dersine karar verdim. Öyle hemen 5-6 saatte öğrenilmiyor meret ama en azından temeli attık burada. Doğum günümde hostelde kalan iki İsviçreli hatunla güzel bir Thai restoranına gittik. Harika bir yemek ve Şili şarabı eşliğinde güzel bir akşam oldu. Ne yapaydım, yalnız mı gideydim yani!


Cali'de gece hayatı öyle sadece hafta sonu ile sınırlı değil. Perşembe başlayan rumba (partinin Kolombiyacası) Salı'ya kadar devam ediyor. Önce salsa barlarında bir güzel dans ediliyor ki (Tin Tin Deo'ya gidile) bir çok insan çok güzel dans ediyor, gece bir oldu mu hurra, şehrin azıcık dışındaki kulüplere akın ediliyor ve sabah altıyı buluyor. Ben bunu iki gece üst üste yapmaya kalkınca şaftım kaydı tabi. Baktım burada durum sakat, ufaktan Ekvator'a doğru yola koyuldum. Sınıra biraz daha yaklaşayım diye 3 saat mesafede Popoyan'a gittim. Buraya beyaz şehir diyorlar çünkü tarihi merkezdeki tüm binalar beyaza boyalı.

Burada bir gece kaldıktan sonra gece yarısı Quito'da son bulacak yolculuğum için, beni bekleyen acı sürprizden habersiz, sabahın altısında yola çıktım. Söylemem, boşuna ısrar etmeyin. Gelecek sayıyı bekleyin kuzucuklarım..

19 Mart 2011

VE HUZURLARINIZDA KOLOMBİYA..

İnsan bu kadar şaşkın olur yani! Sen bakma uçuş saati sabah mı akşam mı diye, sabahın beşinde kalkıp gel havaalanına.. Kalırsın böyle mal gibi ortada. Nedense bana hep sabah uçağı gibi gelmişti, allah allah. Neyse, çekindeki hatuna acilen Kolombiya’ya uçmam gerektiğini, beni bekleyen bir estetik ameliyat olduğunu (Kolombiya, estetik cerrahide dünyanın en iyi ülkesi. İlgilenenlerin dikkatine : )) söyleyip güldürmeyi başararak (İspanyolca tabi, ne sandınız) öğleden sonra üç uçağına değiştirebildim biletimi. Aslında bu durum hiç canımı sıkmadı desem yalan söylemiş olmam. Aylar sonraki sefillikten sonra havaalanının medeni ortamı pek güzel geldi valla. Mesela, bir soru soruyorsun, tek kerede doğru cevabı alıyorsun, ne bileyim tuvalete giriyorsun herşey olması gerektiği gibi, kimse seni kolundan çekiştirmiyor, uçağın kapısında karşılanıyorsun, filan filan işte. Vay be hasret kalmışım demek ki biraz medeniyete.


Cartagena, güzel ama turistik
Ama size bir şey diyeyim mi, Güney Amerika (geneli diyelim) bu konuda Orta Amerika’ya on basar. Tabi bu iyi bir şey mi, kötü bir şey mi bilemiyorum. Kolombiyalılar içten ve kibar insanlar. Gerçi turistik bölgeler biraz yavşamış ama genel olarak sizi pek yabancı gibi hissettirmiyorlar ülkelerinde. Sadece turistlere karşı değil birbirlerine karşı da sıcak ve kibarlar. Ancak buna güvenip emniyet tedbirlerini elden bırakmamak lazım, zira hırsızlık bu ülkede genellikle de büyük şehirlerde çok yaygın. Kolombiya da bölgedeki bir çok ülke gibi, gelir dağılımı eşitsizliği ve fakirlikten muzdarip bir ülke. Dünyada yaşanan birçok sorunun nedeni bu değil mi zaten. Neyse, bunları konuşarak bir yere varılmıyor, ben en iyisi Kolombiya’ya döneyim. Kısaca demem o ki Kolombiya yahşi bir ülke.

Güzel bakmışlar şehre
Uçak, dörtte Cartagena havaalanına indi. Burada da vize almamanın dayanılmaz hafifliği içinde geçince bir kez daha sevdim Latin Amerikayı. Şehre inmek için otobüs durağında tanıştığım Rafael ile iki dakikada kaynaştık. Otobüs biletimi almak isteyince itiraz edip ben ödedim (numara mıydı yoksa, len! ) O da bana gideceğim hostele kadar eşlik etti. Rafael kırklarında ressam bir abi. Fransa’da bir süre yaşadıktan sonra memleketine dönmüş. Ayrılmadan öncede ihtiyacım olursa diye cebini verdi. Ya gördünüz mü, haklıymışım dimi : ))

Cartagena, bin beşyüzlerde kurulmuş bir liman şehri. Şehir, korsan saldırılarından korunmak için surlarla çevrilince bugüne kadar varlığını sürdürebilmiş ve bir buçuk milyonluk Cartagena şehrinin en gözde yeri olmuş. Buradaki oteller, restoranlar, kafeler ve barların önünden geçerken fotoğraf çekmeden edemiyor insan. Estetik tavan yapmış tarihi şehirde, elbette fiyatlar da. Bizim gibi sefiller için oranın aşağı mahallesi olan Getzemani var. Biz orada, yaşayıp otluyoruz ve sadece bedava bir yürüyüş için tarihi merkeze gidiyoruz. Cartagena mutlaka görülmeli mi? Dediğim gibi tarihi merkez harika ama bu kadar. Bir de pahallı, bir de aşırı turistik derken iki gece yetiyor buraya. Ama vaktiniz varsa şehre bir-iki saat mesafedeki Playa Blanca’ya gidin derim. Ya da gitmeyin. Zira turistten geçilmiyor plaj.

Taganga, sefa kasabası
Cartagena’dan 4 saat kuzeyde yer alan Taganga’ya gitmeye karar veriyorum. Ama iğrenç ve 6 saat süren bir yolculuktan sonra, bir motosiklet taksinin arkasında hem sırt çantama hem de günlük çantama sahip olmaya çalışarak akşam üzeri Taganga’ya ulaşıyorum. Bu küçük balıkçı köyüne adım atar atmaz yorgunluğumdan eser kalmıyor. Nerede kalınır burada diye etrafıma bakınırken Honduras’ta beraber daldığım genç İtalyan Giorgio’ya rastlıyorum. Beraberce kaldığı hostele gidiyoruz. Hem son zamanlarda kaldığım en ucuz hostel ( 5 dolares) hem de teyzenizde kalıyormuşsunuz duygusu var burada. Hostel Yuluka-Taganga-Santa Marta-Colombiya. Gidiniz, kalınız.

Gördüğünüz gibi her daim sefa : ))
Ben 5 gece kaldım valla. Of! Öyle de güzel geldi ki. Nasıl gelmesin? Bira 1 dolar, plaj 200 metre, sokakta her daim müzik yapan birileri, etrafta birbirinden hoş Kolombiyalı güzeller olunca size de güzel gelmez mi : )) Bu arada aktiviteyi de ihmal etmeyip iki de dalış yaptım. Öyle dudak uçuklatmasa da keyifliydi. Dalışın dışında, bir sürü plaj var. Birinden sıkıldın, yürü 15 dakika hop başka bir plajdasın. Akşam üzeri sahilde dolaş, mutlaka müzik yapan birileri vardır sokakta. Hafta sonları, Kolombiyalılarla dolup taşıyor mekan. Keyifli ama. Herkes sokaklarda, herkes rahat, herkes eğleniyor. Rafael şöyle demişti; Burada da insanların sorunları var ama yüzleri sizler gibi (Avrupalıları kastediyor) stres, endişe ve korku taşımıyor.

Sokaklarda beleş canlı müzik
Buradan kolaylıkla gidebileceğiniz Tayrona Parkı var ayrıca. İster günü birlik gidin, ister gitmişken bir-iki gece kalın parktaki kampinglerin birinde. Ben gitmedim. Tamam giriş 20 dolar ama asıl sebep bu değil. Costa Rika’da muhteşem parklar gördüm. Üstelik parktaki plajlardan denize girilemiyor ve de buradaki kamping hayatı biraz komünal hayatı andırıyor.

Akşam oldu, hadi içelim
Son olarak, meşhur Kayıp Şehre –Ciudad Perdida- yapılan 5 günlük treking olayı var. Aslında kayıp şehir bahane treking şahane durumu var. Zira Kayıp Şehirle ilgili görülecek çok şey yok. 5 günlük turun ederi 250 Amerikan kaymesi. Dileyen önden buyursun. Bogota'da görüşürüz artık. Ben yürüyemem öyle beş gün.

San Gil, güzel memleket valla

Barrichara, film seti gibi kasaba

Bogota dediysek hemen Bogota’ya gitmiyoruz elbette. Yol üzerinde (Bucaramanga üzerinden iki vesait ve 13 saatcik mesafede) bulunan San Gil’e gidiyoruz. San Gil son yıllarda adını doğa sporları ve eko turizmle duyurmuş hoş bir şehircik. İnsanlar çok şeker ve çok sıcak. Burada rafting, paragliding, abseiling yapabilirsiniz. Ayrıca doğal havuzlarda yüzebilir veya kurulduğu 17. yy.dan beri çok az değişen Barrichara kasabasını ziyaret edebilir ve hatta yerse 9 km. ötedeki Guane köyüne yürür ve buranın spesiyalitesi olan keçi eti yersiniz. 
Villa de Leyva
Buradan sonra, görüp görebileceğiniz en güzel kasabalardan olan Villa de Leyva’yı ziyaret etmelisiniz. Sokaklarında gezerken dibiniz düşecek, burada yaşamak için ağzınızın suyu akacak. Ayrıca kasabanın etrafında bisikletle gezilecek bir sürü özel ve güzel yer var.Villa de Leyva Bogota'ya 3 saat mesafede. Hafta içi oldukça sakin ama hafta sonları Bogotalılarla dolup taşıyor.

Villa de Leyva'nın muhteşem meydanı

9 Mart 2011

PANAMA'DAN GÜNEY AMERİKA'YA

Bugün 8 Mart, Salı. Demirbank hayırlı günler diler. Tek geçerim bu radyo spotunu. Bir dönem, her gün dinlememe rağmen hoşuma giderdi.

Karnaval zamanı diye bitirmiştim değil mi bir önceki yazımı? Bu devrik cümle kullanımını her zaman sevmişimdir ama çokta abartmamak lazım galiba. Pedasi'de karnavalı ucundan gördüm biraz. Dediğim gibi bir aşağı mahalle bir de yukarı mahalle durumu var. Her iki mahallenin güzeli, bandosu, korteji var. Bunların dışında, tankerlerden sıkılan suyun altında dans etme, bütün gün danalar gibi yiyip-içme, sabahın köründen gecenin körüne kadar müzik ve eğlence var. Ama bu karnaval -her ne kadar gitmemiş olsam da- Brezilya karnavalının yanında tüy siklet kalıyor. Nerede o Brezilya'ya özgü popolu hatunlar ve samba! Panama'da karnaval süresince -Cuma gününden çarşamba gününe kadar- tüm ülke tatilde. Maksat tatil ve eğlence olsun yani. Vardır belki arkasında bir neden ama ben bilmiyorum (yine devrik cümle). Karnavalın en görkemli kutlanıldığı yer Las Tablas, benim kaldığım köye sadece bir saat ama yer bulmak mümkün değil. Aylar öncesinden yerler tutulmuş. Las Tablas kadar olmasa da, Chitre (45 dakika mesafede) iyi bir alternatif sayılabilir karnaval için. Bu mekanlar, karnaval dışında hiçte sevimli değil ama nedense karnaval çok coşkulu geçiyor buralarda.

Karnaval güzelide güzel hani

Pedasi'de ekstra 2 gün arkadaşımda kaldıktan sonra, yolcu yolunda gerek diyerekten Anton'a doğru yola çıktık. Anton, Panama Şehrine 2 saat mesafede harika bir dağ köyü. Ata bin, ormanda gez, şelaleye git, kaplıcaya gir yada mal mal dolaş vadide ama illaki yapacak bir şey var. Neyse, otobüste uyuklarken gözümü bir açtım Panama'ya 50 km. yazıyor. Alla alla, hani 2 saat mesafedeydi. Şoföre 'kardeş, Anton'a ne zaman gelicez' diye sordum, bana 'geçeli bir saat oldu' demesin mi..Mal şoför, bizi unutmuş. Dedim ya bu gezi beni yumuşattı diye, her şeyde bir hayır vardır diyerek hiç dert etmedim bu durumu kendime. Gerçi aradan üç gün geçmesine rağmen bir hayrını da görmedim ya, olsun. Marketa, seyahat arkadaşı olan Çek kız 'şehir hayatı beni sarmaz' deyip şehre yakın bir adaya gitti. Bu soğuk memleketlerden gelenlerin plaj ve güneş hasretini anlıyorum ama ben hayatımın 10 yılını Bodrum'da ve birçok yazını, denizin üstünde ve altında geçirmiş birisi olarak plaj fanatiği değilim. Hem gidip napıyorlar bu plajlara, malak gibi bütün gün yatıyorlar. Neyse ne demişler ' des gustibus e des coloribus non disputandum' Anlamadınız tabi, ip ucu veriyorum, latince deyim. Öyle bedava okuyucu olmak yok : )) Cevabı doğru bilen ilk bir kişiye benden içki sözü. Herhalde, gelince. Postayla yollayacak halim yok ya!

Şehr-i Panama

Garajdan gideceğim yere taksi, 2 dolar. Bu ülkelerde doğru fiyatı öğrenmek istiyorsanız, satıcıya değil yerli halka soracaksınız. Ben de öyle yaptım. Lakin, taksiciye gidiyorsunuz 4-5 dolar fiyat çekiyorlar. Ya biz turistler çok mu salak görünüyoruz. Bugün festivalde çöp şiş aldım. Fiyatı sordum, önce 75 cent dedi, tam duyamadığım için ne kadar diye tekrar sordum 1,5 demesin mi. La havle vela kuvvet! Aslında kabahat bizde daha doğrusu gringolarda (Amerikalılara gringo deniyor buralarda). Abiler, zamanında buraları ilk keşfettiklerinde 'aman, herşey ne kadarda ucuz' diyerek dolarları saçmışlar, şimdi halkın gözünde her turist parası çok olan gringo. Neyse, ben de inatla o sıcakta yarım saat otobüs bekleyip, 25 cente Casco Viejo'ya geldim.

Casco Viejo güzel mekan

Casco Viejo, eski şehir. Bizim Tarlabaşı gibi. Zamanında getto yaşamının hüküm sürdüğü ve tehlikeli sayılan bu semt, günümüzde Unesco'nun kültürel miras listesine girmiş ve oldukça gözde bir yer olmuş. Ancak henüz evrimini tamamlamadığı için, virane-kaşane durumu devam ediyor. Gerçi, burasını ilginç kılanda bu durum. Mesela, Fransız konsolosluğunun yan sokağında, dökük bir binada atletiyle balkonda oturup bira içen Panamalı abi görüntüsünü başka nerede görebilirsiniz. Şimdiden birçok bina, içinde oturanlardan satın alınmış, restore edileceği günleri bekliyor. Hemen her sokakta turizm polisi var. Dolayısıyla rahat rahat gezebilirsiniz bu semtte. Ha, unutmadan, 'Panama Terzisi' filminin bazı sahneleri burada çekilmiş. Ben gittim, gördüm. Siz de filmini görün, tavsiye ederim.

Bilin bakalım, Casco Viejo dışında en önemli atraksiyon ne olabilir bu şehirde. Panama şapkası mı dedi birisi? Atraksiyon değil ama önemli bir konu bu. İşin aslı, panama şapkasının kökeni Panama değil Ekvator. Panama kanalının inşası sırasında işçileri güneşten korumak için Ekvatordan getirtilen bu şapka zamanla bu ülkenin sembolü haline gelmiş. Buraya gelmişken bir tane alayım dedim. Tezgahtar kıza fiyatını sordum two fifty dedi. Gayet ucuz ikibuçuk dolar. Meğer 250 doları kastetmiş two fifty derken. Hadi be! Hadi be! Onu alacağıma 50 doları bozdurur, paradan şapka yaparım kendime.

Meşhur Panama şapkası. Alın başınıza çalın..

Evet, sorunun cevabını bekliyorum bu arada. Aa! ben vermişim bile cevabı yukarıda. Hehe, bu içki bana kaldı. Evet, sayın seyirciler (siz sadece TV den izleyebiliyorsunuz ya buraları, ondan :) İğrencim dimi. Sanki ben hayatımı seyahatle geçirdim. İnsan sonradan görme olunca böyle oluyor işte) İnşasına 1903 yılında başlanan kanal, 1914'de kullanıma açılmış ve 85 yıl Abede tarafından kontrol edildikten sonra 31.Aralık.1999'da Panama hükümetine devredilmiş. Pasifik Okyanusunu Atlas Okyanusuna bağlayan (tersi miydi yoksa) 80 km. lik kanalda bir sürü seviye havuzu var. Mesele şu; İki okyanus arasındaki arazide rakım yüksek dolayısıyla tüm bölgeyi deniz seviyesine kadar kazmak yerine, kademeli olarak, gemileri deniz seviyesinin üzerine yükseltip sonra alçaltıyorlar. Çok basit değil mi? Operasyonu izlerken gerçekten de çok basit görünüyor ama işin arka planını görünce insanın ağzı açık kalıyor.

Aa! gemi orada kaldı.

Panama hükümeti, kanal inşasının yüzüncü yılı olan 2014'e kadar daha derin, daha uzun ve daha geniş seviye havuzları için 5 milyar dolarcık yatırmış bu işe. Ama kesinlikle değer. Zira 4500 konteyner taşıyan bir gemi yaklaşık 200.000 dolar öderken yeni havuzlardan geçecek 12.000 konteyner kapasiteli bir geminin geçiş ücretini siz düşünün artık. Kanal hali hazırda ülke ekonomisinin önemli bir girdisi durumunda.

Alt yazı bulamadım buna : )

Kanalıda gördükten sonra, yapacak bir şey kalmadı. Gerçi eski şehrin (şehrin tarihi 16. yy. a kadar gidiyor) yıkıntıları olan bir bölge var ama yıkıntı görmekten gına geldiği için ben enerjimi 2 akşam karnavala ayırdım. Karnaval yeri tam karnaval. Yediden yetmişe binlerce insan var karnaval yerinde. Adım başı çöp şiş tezgahları, bira stantları (bira 1 dolar. Aa, söylemeyi unuttum dimi buranın parası El Salvador gibi amerikan doları. Gıcık bir durum), gelen geçene sprey sıkan çocuklar, dans eden yaşlı amcalar, tombul teyzeler, şaşalı süslenmiş tören arabalarında endam eyleyen Panamalı güzeller, her biri farklı bir ritim tutturmuş müzik grupları, alanın her iki ucunda kurulmuş konser sahneleri ile tam bir cümbüş yaşanıyor.

Karnavalda eğlence gırla

Panama şehri, Orta Amerika'da Meksika şehrinden gayri görülebilecek ikinci başşehir bence. Ama fazlada abartmaya gerek yok, iki bilemediniz üç gün yeter buraya.

Ee, artık sıra geldi seyahatin ikinci ve daha heyecanlı bölümüne. VİVA! GÜNEY AMERİKA.. Haritada yer alan ilk ülke Kolombiya. Ancak bir sorun var. Diğer ülkelerde olduğu gibi zırt atla otobüse sınıra git durumu burada yok. Zira her iki kıtayı baştan başa geçen Pan Amerikan yolu Panama'nın Darien bölgesinde sona eriyor, sonra Kolombiya'da yeniden başlıyor. Yani otobüsle geçmek ihtimal dışı. Üstelik Darien bölgesi, uyuşturucu kaçakçılarının, paramiliterlerin yuvası. Bunların dışında bölge oldukça zehirli sürüngen ve haşeratlarla dolu.

Bu durumda geriye 3 yol kalıyor Kolombiya'ya geçmek için. Birinci yol, Karayip kıyısında bir limana gidiyorsunuz ve Kolombiya'ya 5 günlük tekne turu satın alıyorsunuz. Kulağa hoş geliyor dimi. Peki 450 dolar da hoş geliyor mu kulağa : ) Tamam yemekler dahil ama yemek diye verdikleri şey genelde hikaye. Diğer bir sorun, kaptanların üçkağıtçı çıkıp kapasiteden fazla yolcu alması. Bir de tekne kötüyse ki örnekleri çok, 5 gün ızdırap olabiliyor. Bütün bunlara oldukça kötü deniz durumunu da eklerseniz pek iç açıcı bir yol gibi görünmüyor. Elbette koşulların daha iyi olduğu ve keyifli geçen turlarda yok değil. Üstelik yolculuk esnasında, inanılmaz güzellikteki San Blas adalarını görmekte var. Buraya gelmeden önceki 6 ayını teknede yaşayarak geçirmiş birisi olarak ben bu ihtimali sildim.

Diğer yol; paşa paşa 320 doları bayılıp uçakla bir saatte Cartagena'ya gitmek. Konforlu ama az parada değil hani.

Son ve en ucuz yol ise, Panama City'den bir sınır şehri olan Puero Obeldia'ya uçmak (ederi 90 dolar) oradan tekneye binip Capurgena adasına (Colombiya) gitmek. Gece burada kaldıktan sonra ertesi günü Turbo'ya geçip oradanda 9 saatlik bir yolculuktan sonra Cartagena'dasınız. Maliyet yaklaşık 180 dolar, 2 gün yolculuk, dalgalı deniz ve in-bin, tekrar in tekrar bin. Aslında aklımdaki yöntem bu ama haftada sadece 3 gün uçan ve 20 kişi kapasiteli bir uçak için bileti son hafta almaya kalkarsanız nah! bulursunuz bilet. Ben de bulamadım elbet. En yakın yer ayın 15''inde. Kaldım mı öyle sap gibi burada. Burada 5 gün daha kalırsam kafayı yerim. Ayrıca burada 5 gün kalmanın bedeli 150 dolar. Ve üstelik yolculuk takvimimin 10 gün gerisindeyim. Hızlıca karar verip 320 doları bayıldım ve bir bilet aldım. Zaten 4 aydır sıkmışım bari bir kez sefam olsun dedim. Hem Güney Amerika'ya taze bir başlangıç yapmış olurum. Sanki Türkiye'den uçmuşumda Kolombiya'ya inmişim gibi. Nasıl ama, süper fikir değil mi : ))
Bu arada diğer bankadan da 100 dolar eksiğiyle parayı kurtardım. Lakin telefon masrafı 200 doları buldu. Olsun buna da şükür. Hem hayatta kaybetmeyi de öğrenmek gerekiyor. İyi oldu bana : ))

Herhalde böyle bir şey olacak Colombiya'da hayat :

Yeni yazılarla, Güney Amerika'da görüşmek üzere. Hasta luego..







5 Mart 2011

PANAMA

Efendim, geldik Orta Amerika'nın dibine. Geldik diyorum ama nasıl geldim bir de bana sorun. Hatırlayacağınız üzere, paldır küldür bu yolculuğa hazırlanırken Panama vizesini almamıştım, buralarda alırım diye. Ama kazın ayağı öyle değilmiş. Türkiye'deki Panama fahri konsolosluğuna mail ile başvuru yapıp vize talebinde bulunmuştum. Konsolosluk, vizenin geç çıktığını ve ben oraya gidinceye kadar yetişemeyebileceğini söylemişti. Nitekim, yetişmedi. Ancak son anda gelen güzel bir haber 2.Şubat.20011 den itibaren Panama'ya vizenin kalktığını müjdeledi. Ben de hoplaya zıplaya sınıra geldim. Sınırda önce Panama'yı terk etmek için bir biletim olup olmadığı soruldu. Yoktu tabi. Ama yöntem basit. Hemen 100 metre ilerdeki ne idüğü belirsiz bir gişeye gidip Costa Rika'ya bir otobüs bileti alıyorsunuz. Ederi 12 dolares. Apaçık kumpas işte. Costa Rika 500 metre mesafede, satsana 1 dolara biler. Yok, illa 12 dolar. Bu parayı gümrükle kırışmıyorlarsa ben de ne olayım. Ama her zamanki gibi yapacak bir şey yok. Kuzu kuzu ödüyorsunuz. Neyse, tekrar gittim polis ablaya. Bu seferde vizen nerde demesin mi! Ben de vize ile ilgili bilgi var ama burada yok. Durum değişeli sadece 2 hafta olmuş. Sonra Amerikan vizesi var mı diye sordu ve benim gözlerim parladı. He, var tabi. Her ne kadar henüz gitmemiş olsam da bir USA vizesi var. Abla, pasaportu damgaladığında Amerika'ya gitmiş kadar sevindim valla.

Bocas del Toro



Bastimiento adası

Sınırdan bir minibüs, 2 sürat teknesi değiştirip Bocas del Toro'nun Bastimiento adasına vasıl oldum. Bocas del Toro ya da kısaca Bocas, Panama'nın Karayip kıyısında adalar topluluğu. Herkese peşin peşin şiddetle tavsiye ederim. İnsan burada Karayipleri dibine kadar (ne demekse) hissediyor. Hele hele benim kaldığım Bastimiento'da yerel halkla beraber yaşıyorsunuz adeta. Bastimiento adaların en küçüğü ve ne cadde ne araç var burada. Kendime hostel bakarken, bir tabela gördüm ve daldım. Kanadalı bir çift oturuyor bahçede. Nasıl bilgi alabilirim diye bakınırken, sağ olsunlar bana hostel ile ilgili her türlü bilgiyi verdiler. Hatta odaları bile gezdirdiler.
Bastimiento adasında yaşayan çocuklar çok şanslı

Buranın sahipleri Martha ve Blu bir restoran işletiyorlarmış ve pek uğramazlarmış buraya. Gidip restorandan Martha veya Blu'yu bulmam gerekiyormuş. Restorana gittim, kimsecikler yok. Yolda karşılaştığım bir vatandaş 'ne arıyorsun kardeş' tarzında bir soru sorunca derdimi anlattım. Sen bekle iki dakika diye ayrılıp 20 dakika sonra Blu'yu bulup geldi. Burada hayat böyle dönüyor arkadaşlar. Herkes birbirini tanıyor, acele yok, stres yok. Ama bolca yağış var. Tam zamanında gelmişim adaya, bir yağmur boşandı ki sormayın. Bu arada kuru sezondayız. Tabi bunun sonucu olarak en küçük yaprak bile aha kafam kadar kocaman. Nasıl olsa yarın açar diyerekten ilk günü hostelde takılarak geçirdim. Ertesi günü bir uyandım ki yağmur hala kesintisiz devam ediyor. Eee, ne yapıcam şimdi. Öğleye doğru güneş kendini gösterince, hostelde kalan Çek bir kızla ya herro ya merro deyip plaja gitmeye karar verdik. Ormanın içinden geçen patikadan plaja gitmek 20 dakika normalde. Ama her yer öyle bir çamur ki bir saat sürdü. Lakin, plaja ulaşınca bu zahmete değdiğini anladık. Bizim gibi birkaç zirzop daha var plajda. Arjantinli bir aile, İsrailli iki genç ve sonradan gelen Arjantinli sanatçı bir hatun ve menajeri. Koca plajda sadece bir avuç insan olunca hemen kaynaşıverdik tabi. Arjantinli ailenin kızı jimnastikçiymiş.. Plajda birkaç seri yapınca bana da bol bol fotoğraf çıktı elbette.

Johanna, harbi jimnastikçi

Bu latin ırkı bir tuhaf doğrusu. Karı koca sandığım çift sevgiliymiş meğerse. Genç kızda hatunun kızı. Oğlan ise bir arkadaş. Anne kızda tanga var. Tamam buraya kadar bir şey yok. Abi, bunları farklı pozisyonlara sokup popolarının fotoğrafını çekiyor habire. Onlarda hallerinden memnun, her türlü pozu veriyorlar. Bana değişik geldi işte, hem anasını hem kızını..Plaj sefasından sonra, tam dönmeye karar verdik yağmur yine başladı. Ben de ve Çek kızda yağmurluk ve bot var. Biz bata çıka gidiyoruz. Ama diğerlerinin kıyafeti şort, tişört ve parmak arası terlikten oluşuyor. Elbette, terlikler elde ve sırılsıklam bir halde döndüler geriye. Ee, ne demişler, bilenle bilmeyen bir olur mu hiç : ))

Plajdan dönüyoruz!

Ertesi günü, adadaki diğer plajları keşfedicez ama evdeki hesap çarşıya uymadı tabi yağmur şakır şakır yağınca. Tam durdu diyorsun yağmur, biraz uzaklaşıyorsun hostelden, hayda yağmur bir başlıyor, dönünceye kadar sırılsıklamsın. Allahtan hava her daim sıcak. Karayiplerin genel karakteristiği bu. Hava sıcak, nemli ve sık sık yağışlı. Öyle olunca da hayat kaplumbağa hızıyla akıyor adada. Bir sonraki güne de yağmurla başlayınca adadan kaçmak farz olmuştu artık. Marketa (çek kız) da bana uydu ve David şehrine geldik beraberce. Şehri görmek istediğimizden değil elbette, sadece yolu yarılıyoruz. Gece yatıp, sabah erkenden Panama’nın Pasifik kıyısında bulunan Azuero yarımadasına doğru yola çıktık. Amaç Las Tablas’a gitmek.
Sebebi var elbet. Panama’da her yıl Mart ayında, Orta Amerika’nın en büyük karnavalı gerçekleşiyor. Bu karnavalın en otantik olduğu yer ise Las Tablas kasabası. Dört araç değiştirip öğle sıcağında varıyoruz kasabaya. Burada yağmur yok, hava açık amma velakin çok sıcak. Ne demişler akılsız başın cezasını ayaklar çeker. Karnaval zamanı yaptırmazsan rezervasyon önceden, beygir gibi dolanır durursun allahın sıcağında bir yer bulucam diye. Ama durum nafile. Biz de bari deniz kıyısına gidelim diye bir başka minibüse binip Pedasi’ye geldik.
Pedasi, kartpostallık köy
Burada küçük bir kamera arkası açıklaması yapmam lazım. Efendim benim pek eski sevgili arkadaşım Erman, ‘oralarda geziyorsun, aklında olsun, bizim Kim’in (avustralyalı bir arkadaşımız) arkadaşı Emel Panama’da yaşıyor’ dediydi. Ben de Emel’i feysten ekleyip bahsetmiştim geleceğimden Panamaya. Emel’i 10 küsur yıl önce görmüşüm bir kez. Emel evlenip buraya yerleşip iki çocuk yapmış. Çocuklardan ve işten güçten başını kaldırıp meyllerine bile zor bakıyor. Ben o taraflara geleceğimden bahsetmiştim gerçi ama görüşme umudum pek yoktu açıkçası. Her neyse, Pedasi’ye geldiğimizin ilk günü yakınlarda bir plaja doğru yürürken bir pikap araca otostop yapıyoruz, durmuyor abi. Dursana kardeşim bomboşsun işte! Bir de işaret yapıyor ilerde durucam diye. Biraz yürüdük ki, araç harbiden durmuş orada. Boşuna günahını almışız abinin. Orada biraz durup, ineklerin fotoğrafını çekerken, abi ‘plaja gidiyorsanız götüreyim’ diyor. İkiletmeden atlıyoruz arabanın arkasına. Ne oluyorsa o arada oluyor ve bir hatun yaklaşıp, türkçe ‘Sen Mutlu musun’ diyor. Az kalsın fotoğraf makinesini düşürüyordum elimden. Nasıl yani? Biz Emel’in kocasına otostop yapmışız, durmamış, biraz ilerde tekrar karşılaşmışız ve Emel’de oradaymış. Hem turist görünce hem de feysteki fotolarımdan acaba mı demiş, böylece karşılaşmışız. Vay be, hayat işte böyle acayip bir şey.

Pedasi'de bir plaj

Plajda gün batımı ve bira eşliğinde pek güzel sohbet oluyor. Kocası Acier, Basklı yağız bir abi. Ben pek sevdim kendisini. Acier, benim gibi dalış eğitmeniyken, Emel’de benim gibi seyahat ederken, Honduras’ta tanışmışlar ve sonra beraber olmuşlar. Emel de divemaster bu arada. Vietnam, Meksika derken hem çalışıp hem seyahat etmişler. Meksika’da çalıştıkları yer bir kasırgada yerle bir olunca burada iş ayarlayıp buraya gelmişler, 3 yıl önce. Geliş o geliş. Dalış işini bırakıp inşaat işine girmişler (iyi de yapmışlar bence. Zira dalış işinde para pul yok. Bakın benim halime. Ya, ne alakası var! Benim yaptığım gezinin maliyeti İstanbul’daki faturalarım kadar. Eh, evi kiraya verince o faturaları ödemeye gerek kalmıyor ben de burada seyahat ediyorum işte) İki de çocuk peydahlamışlar, mutlu mesut yaşıyorlar burada.

Emel ve ufaklık Borahan
Pedasi, huzurun ve sakinliğin hüküm sürdüğü küçük bir köy. Böyle olunca da yavaş yavaş dünyanın her yerinden insan geliyor. Bu da demek oluyor ki kaçınılmaz son olarak 10 yıla kalmaz burası da kimliğini değiştirecek. Pedasi yarımadanın ucunda dolayısıyla etrafta gidilecek bir sürü plaj var. Biz de ertesi günü pisiklet kiralayıp plaj gezmesi yapıyoruz. Oh mis gibi valla, uçsuz bucaksız plajlarda sadece üj bej kişi var. Sanki babamın plajı. Ama her zamanki gibi pasifik işte, yani her daim dalgalı deniz. Öyle böyle değil. Bir de dalgalar farklı yönlerden geliyor, değil yüzmek belinize kadar suda zor yürüyorsunuz. Bu güzel günün akşamına Emel, ‘karnıyarık yaptım, yemeğe gelir misiniz’ diyince zevkten dört köşe oluyorum tabi.
Yarın kalacak yerimiz yok. Karnaval dolayısıyla her yer dolu. 2 akşamlığına misafiriyiz Emel ve Acier’in. Hiç olmazsa karnavalı ucundan görelim diyoruz. Karnavalda esas olarak iki grup var birbirine rakip. İki grubunda kraliçesi var. Onları çekiştiriyorlar. Arazözlerden insanlara su sıkılıyor, sabahtan içilmeye başlanıyor. Nerdeyse 24 saat müzik var. Danslar, gösteriler, eğlenceler gırla. Yarından sonra Panama City’deyim. Karnavalın en büyüğüde orada oluyormuş. Rio karnavalına gidemedik bari Panama karnavalının keyfini çıkaralım değil mi ama.
Kalın sağlıcakla.

2 Mart 2011

ORTA AMERİKADAKİ İSVİÇRE – COSTA RİKA

Bu sefer sizi yine şaşırtıp, başlığın içeriğini yazının başında açıklayacağım. Nasıl, şaşırdınız dimi : ))
Niye İsviçre? Çünkü, O biir İsviçre gibi dağları ve ormanları ile ünlü, O biir İsviçre gibi Orta Amerika’nın en yüksek refah seviyesine sahip ülkesi, O biir İsviçre gibi suya sabuna dokunmayıp Orta Amerika'daki çatışmalardan uzak duran ülke, O biir İsviçre kadar kazık bir ülke. Bayanlar, baylar, karşınızda Costa Rica. Pura Vida!

Bu pura vida nereden çıktı derseniz, onu da açıklıycam hele bir sabredin, da!. ‘Pura vida’ nın tam karşılığı ‘pure life’ yani ‘saf hayat’. Buranın halkı kendi yaşam tarzı için bu tanımlamayı uygun görmüş. Bu deyim o kadar yaygın kullanılır olmuş ki insanlar birbiriyle selamlaşırken bile bu deyimi kullanır olmuşlar. Dolayısıyla, ‘Costa Rika, pura vida’ bir tamlama (isim tamlaması) olarak ülkenin resmi adı gibi bir şey anlayacağınız.

Tabiat ana bu ülkeye oldukça eli bol davranmış. Ülkenin yüzde 25’i milli park, kalanı da yeşilden geçilmiyor. Buna bir de heybetli volkanları ve plajları ekleyin, gölleri çıkartın ve üçle çarpın işte size Costa Rika. Doğru dürüst dört şehir var ülkede. Gerisi hep ormanların arasında, berisinde, ötesinde yerleşimler şeklinde. 

Nikaragua’dan çıkıp, Costa Rika’ya duhul olunca, ilk durak Rio Celeste milli parkı olsun dedik. Keşke demez olaydık. Bu ülkede özel araç o kadar yaygın ki, otobüs sistemi çok fazla gelişkin değil. Bir de kime sorsak farklı bilgi veriyor ulaşım hakkında. Neyse, güç bela üç araç değiştirerek Bigajua’ya vardık. Bigajua, milli parka 15 km. ama araçlar sizi götürüp getirmek için 60 USD istiyor. Yok artık, dedim ben. Tabi içimden. Ulan parka giriş 10 dolar, gidip gelmek 15 dolar (4 kişiyiz ya ondan 15). Dedim ya, İsviçre işte. Allahtan 4 kişiyiz de, seve seve! kabul ettik fiyatı. Neyse, sabah erkenden bir kalktık ki hava yağışlı. Tamam şeker değiliz yağmurda eriyelim ama bu nehre adını veren celeste rengi ( acayip bir mavi işte, tam olarak ne olduğunu anlamak isterseniz yerin adını yazıp gogıllayın).volkanik külün suya karışmasından oluşuyor ve de yağmur yağdığında bu rengi görmek mümkün değil. Üstüne üstelik bu havada nehrin döküldüğü lagünde yüzmekte pek keyifli değil. Durum böyle olunca, ‘boşver, en azından 30 dolarımız cebimizde kaldı’ diye kendimizi teselli edip diğer bir doğa harikasına, dünyaca ünlü Monteverde milli parkını görmek üzere yola çıktık. 

Tekrar in-bin yapıp öğleden sonra Monteverde’ye geldik. Amanın, burası diğer yerden de pahallı. Tabi bu pahallılık Orta Amerika ölçeğinde, her zamanki gibi İstanbul’dan ucuz. Yine her zamanki gibi İtalyanlar yemek işine el koyunca bütçeyi deldirmedik. Bu arada bir hafta sonra yollarımız ayrılıyor yol arkadaşlarımla. Bu durumda yemek işini nasıl çözücem, bilemiyorum.
Tek seyahat etmenin en kötü tarafı da bu. Alışveriş yap, pişir, bulaşık filan derken olmuyor işte. Bir de ne alsan kalıyor, kalanları yanında taşımakta bir bela. Konaklamada sorun tabi. Her yerde dorm bulunmuyor o zaman oda fiyatı çok koyuyor adama. Keza, takside öyle. Ama diğer yandan yalnız seyahat etmenin keyfide başka. Kimseye bağlı olmadan plan yapabilirsin. Aa!
Aynı hayat gibi.Gerçi yalnız kalmak istemezsen her daim birileri çıkıyor karşına yarenlik yapacak.

Monteverde inanılmaz güzellikte bir doğal park

Monteverde bölgesinde, Monteverde ve Santa Helena (İspanyolcada ‘h’ telaffuz edilmiyor) milli parkları, Arenal volkanı ve bir sürü başka görülecek yer var. Ha, bir de burasını meşhur kılan kanopi olayı. Of, sizde hiçbir şey bilmiyorsunuz. Hani ağaçlara bağlı çelik halatlar üzerinden kayarak gidiyorsunuz ya, o işte kanopi. Bildiniz mi? Ama burası dandik kanopi yeri değil. Bir başlıyorsunuz, 15 ayrı hatta uçuyorsunuz (en uzunu bir km.). Ayrıyeten, tarzan sallanması ve süpermen uçuşu var. Ederi, 40-45 amerikan kaymesi. Tabii ki bunu da es geçtim ben ama siz yapın, sizde para vardır kesin.

Monteverde'de ortak yaşam
Kanopiyi yapamasam da Monteverde milli parkını görmeden gitmek ayıp olurdu. Bu arada, şansımıza iki gün yağışlı ve soğuk olmasın mı. Allahtan son gün hava açtıda parka gidebildik. Monterverde milli parkı, dünyada mevcut bitki örtüsünün yüzde yirmisine ve omurgalıların yüzde on altısına mekan olmuş, ultra etkileyici bir park. Endemik yaşam, simbiyotik yaşam, grup olarak takılmaca, ne ararsan var burada. Gerçi, milli parkın sadece yüzde üçü ziyarete açık olduğu için yazılanların çoğunu göremeseniz de, gördükleriniz çok etkileyici. Öyle bir yağmur ormanı ki, parkın farklı bölgelerinde farklı mikro iklim özellikleri barındırıyor. Uzun lafın kısası ben dünyaca meşhur Monteverde milli parkına gittim. Siz de ancak buradan okumakla yetinin, ahhahhah...

Milli park vazifeside icra edilince, sıra plaj farzına geldi. Bunun için istikamet Nicoya yarımadası. Yarımadada bir sürü plaj var. Bunlardan Mal Pais ve Santa Teresa, dalga sörfü yapanlar için çok meşhur plajlar. Bizim dalga sörfü yaşı çoktan geçtiği için, sadece dalga geçenlerin gittiği Montezuma’ya kapağı attık. Anaa! burası Monteverde’den daha pahallı. Bu durum her seferinde artarak gidiyorsa kabak gibi oyulduk demektir. 35 derece nemli sıcakta 20 kiloluk çantayla dolaşıp iki saat kalacak uygun bir yer arayınca, bir an için bu yolculuğu sonlandırıp eve dönmeyi düşünmedim değil valla. Neticede, uygun fiyatlı (kişi başı 10 dolar) ve deniz kenarında yer alan bir hostel bulunca fikrimi değiştirdim tabi. Aslında bu açıklamaya gerek yoktu hiç. Zira eve dönmüş olsaydım sizde şu anda okuduklarınızı okumuyor olacaktınız. Düşünce şeklimin inceliğini fark ettiniz değil mi : ) Ertesi günü şelale ve plaj keşfi yürüyüşü ile oldukça çabuk geçti. Yemek sorununu, ocakta Tommy, alışverişte Paola ve bulaşıkta bendeniz Mutlu olmak üzere dahilde çözdük.

Montezuma denizi hırçın bir deniz
Son gün, buraya kadar gelmişken, meşhur Mal Pais ve Santa Plajlarını görelim diye atladık otobüse vardık Mal Paise’e. Başta burada kalmayı düşünmüştük ama bunun pekte iyi bir fikir olmadığını buraya gelince anladık. Tamam, plajların hakkını verelim. Plajların uzunluğu 3-4 km. yi buluyor ama her daim dalgalı. Yüzmek zor zanaat burada. Plaj dışında otel, restoran ve barların sıralandığı bir yol var upuzun. That is all! Bana uymaz yani. Dönüşte otobüs beklerken, otostop yaptık ve Costa Ricalı bir abi bizi aldı cipine. Abi, bir yandan sohbet ediyor, bir yandan da birasını içiyor aracı kullanırken. Neyse, bize de bira ikram edince bu durumu garipsemedik artık.

Santa Teresa. Plaj harika ama denizde yüzmek zor
Pansiyonda sevgilisiyle kalan Polonyalı bir kızın doğum günüymüş. Yemekten sonra bir masanın etrafında 7-8 kişiyiz. İnsan sayısı ve masadaki şişe sayısı artınca ben yavaşça uzadım yatağa. Sabah 5’te kalkıp yola çıkıcaz. Sabahın köründe kalkıp kahvemi içtim bizim İtalyanları bekliyorum. Allah Allah! Gelen giden yok. Gidip kapılarını çaldım ki Tony bulut gibi. Eşeğin gözüne su kaçırmışlar dün gece. Haydaa! Napalım olur böyle şeyler deyip, yatağa gitmektense, güneşin doğuşunu izleyip, fotoğraf çekip, yüzüp, sonrasında da şahane bir kahvaltı yapıp bu durumu pozitif bir hale getirmeyi başardım. Gördünüz ya dostlarım, bu kıta beni bile yumuşattı : )) Son günü, Montezuma’da sonsuz bir rehavet içinde geçirip ertesi sabah yola çıktık.

Yer: Montezuma, Saat: Sabahın körü
Aynı gün, öğleden sonra. Yer, Manuel Antonio. Yine kalacak mekan arıyoruz. Hava sıcak ve nemli. Costa Linda Hostel iyi bir seçim ama yer yok. Tony ve Paola makul bir oda buldular kendilerine. Ben ise, yalnız bir backpacker olarak kendime inşaatı henüz tamamlanmamış boş bir dormda bir yatak bulabildim kendime. (yazarın göz yaşları akmaktadır, fırça sakal tüylerinin arasından) Bu sünger yataklardan nefret ediyorum. Yatağın her bir tahtasını hissediyorsunuz omurganızda.

Manuel Antonio'nun maymunları tam maymun olmuşlar : ))

Ertesi gün, Costa Rika’nın en küçük ikinci doğal parkındayız, yani Manuel Antonia’da. Valla, açıkça söyleyeyim mi Monteverde’den sonra burası hikaye. Amma velakin, parkın içindeki plajlara diyecek yok. Hele bir de, ortalıkta dolaşan maymun ve rakunlara rastladınız mı o kadar da kötü değil yani. Bu görevde yerine getirildikten sonra ben Costa Rica’daki son durak olan Puerto Viejo’ya, İtalyanlarda Uvita’ya doğru yola çıkıyorlar. Doğru bildiniz, yaklaşık bir buçuk aylık beraber seyahat ettiğim ve de pek sevdiğim Paola ve Tommy’den ayrılma zamanı. Öyle duygusal bir vedalaşma olmadı, nasıl olsa Panama’da yine karşılaşırız diyerekten.
San Jose aktarmalı, Puerto Viejo yolculuk 9 saat sonra sona erdiğinde ben de sona ermiştim. Aynı otobüste seyahat eden ingiliz çift Marc ve Samara çok şeker tipler çıktılarda sohbet iyi oldu yolculuk boyunca.

Puerto Viejo
Puerto Viejo, Costa Rika’nın Karayip kıyısında Panama sınırına yakın, oldukça keyifli bir kasaba. Burada ne yapılır derseniz, sörf yapılır, bisiklet kiralanıp etraftaki plajlara gidilir, içilir ve gayet güzel yatılır. Ben, sörf hariç hepsinden tadımlık olarak yaptım. Ama önce kaldığım yeri anlatayım. Mekanın adı Rocking J’s. Adı gibi yıkılıyor mekan. J, (gerçek adını hiç sormadım valla) amerikalı çılgın bir abi. Dokuz yılın sonunda oldukça ilginç bir mekan yaratmış. Adı hostel ama kapasite 250 kişi. Onlarca çadır, hamak ve oda var kalmak için. Herkes bütçesine göre bir yerde kalıyor. Ben öyle hamak, çadır filan almadım, kıydım paraya, dormda bir yatak kiraladım J . Hostelin her köşesi bir ayrı bir alem. Yerlerdeki mozaikler, duş-tuvalet kapılarındaki grafitiler, üzerinde binbir objenin bulunduğu ve şeffaf vinille kaplanmış masalar ve odalardaki kocaman aynalar burayı grotesk bir yer yapmış. Sahi, grotesk ne demekti ya! Eklektik mi olacaktı yoksa? Neyse işte, ilginç olmuş neticede.

Rocking J's. Kaldığım hostel
İlk akşam, İsviçreli iki delikanlı ve bir Amerikalı abla ile siyaset ve dünyanın ahvali üzerine keyifli bir sohbetle geçti. Ertesi gün ise, internet, kasaba turu ve fotoğraf aktiviteleri ile geçti. Kaldığım yatakhane 4 kişilik. Benden başka 2 genç Alman var. Arkadaşlarda her türlü cephane var. Bu durumda kaçınılmaz olan oldu ve gece Mango barda sona erdi. Tavsiye edilir bir mekandır, gidile. Hani hiç türk görmedim diyordum ya, ertesi gün benim ranzanın üst katına bir türk gelmesin mi. Arkadaş, Viyana’da okuyan bir genç. Adı Özgün. Sömestire tatilini baştan sondan çekiştirmiş, 5 haftalık hızlı bir tura çıkmış Orta Amerika’da. Helal olsun valla, benim gibi sonradan görmelerden olmayacak. Anneler, babalar, sözüm sizlere. Çocuklarınız 20 sine geldi mi vurun tekmeyi kıçlarına, gitsinler biraz dünyayı görmeye. Paralarını da kendileri biriktirip gitsinler (ama uçak parasını siz verin bari). Bir sürü gavur böyle yapıyor. Ne o öyle yarış atı gibi, dur durak olmadan oku oku, sonra ne istediğini bilmeden üniversiteye gir,askerlik yap ( kızlar niye askerlik yapmıyor, haksızlık değil mi bu) iş bul, evlen, ev kredisi taksidi öde, çocuk yap, yaşlan ve öl. Olur mu böyle hayat! Bırakınız şaapsınlar, bırakınız gezsinler efendim, dimi ama yani.

Pisiklet sürerken. Gördüğünüz gibi çok aktifim.

Son günümde, pisiklet kiralayıp Puntsa Uva (üzüm noktası) ya giderek Puerto Viejo’yu noktaladım. Üzüm noktası ve noktaladım esprisini anladınız dimi. Hadi ya! Anlamadınız mı? Ertesi sabah, toplanma bölgesini, otobüs garajı ve hedefide Panama olarak belirleyip huzurlu bir uykuya daldım. Bilenler bilir, benim Panama’ya girmek sorunsalım var. Bilmeyenler, önceki bölümler okunacaaak. Oku!
Konuyla alakası yok ama olsun, güzel foto. Ben çektim tabi