27 Aralık 2010

ANTİGUA ve ATİTLAN GÖLÜ

Sizlerinde bildiği gibi maceralı ve absürd yolculuktan sonra Antigua'dayım. Niye mi Antigua? Güzel soru..Aslında bu soruyu buraya geldikten sonra ben de kendime sordum, ben buraya niye geldim ki? Tamam, hakkını verelim, sevimli bir koloniyal şehir Antigua. Amma velakin pek Guatemala sayılmaz. Daha çok Guatemala içinde küçük bir Amerika denebilir. Caz bar, İtalyan lokantası, Amerikan sport bar, fine dining restoranlar ve yüzlerce gürültücü Amerikalı ile birinci günden sonra ilgimi yitirdim.

Antigua tablo gibi bir şehir

Sabahın köründe şehre geldiğim için açık bulduğum ilk yerde kahvaltımı yapıp daha sonra Black Cat hostele yerleştim. Hostelde mebzul miktarda Amerikalı ve eser miktarda Avrupalı var. Aslında Amerikalılarla sorunum yok, ama hepsi aynı ses tonuyla aynı anda konuşmaya başladıklarında tüylerim tiken tiken oluyor. Öğleden sonra klasik şehir turunu yaptıktan sonra
duş almak için otele döndüm az kalsın kuyruğu titretiyordum hostelde. Şu elektrikli duşları hatırlar mısınız, hani 90 larda bekar evlerinin gözdesi olan dandik elektrikli su ısıtıcılarını. İşte, onlar burada çok yaygın. Neyse tam saçımı şampuanlamışınm birden çatır çutur sesler geldi kulağıma.Amanın, bir baktım ki kablolar alev almış. Kendimi sabunlu ve çıplak dışarı atmam bir oldu tabi. Bu arada dizide duvara çarptım. Ortalığı bir duman kapladı, sormayın. Sonra alevler kendiliğinden söndü. Ben çıplak, ve şampunalı bir halde şoktayım. Neyse baktım halen sağlamım lavaboda saçımı durulayıp sigara içmeye kapının önüne çıktım. O sırada kapının önünden geçen Alaman kız Lisa evde yemek yapacaklarını söyledi. Bende biraları kapıp gittim ama yemek neyin yok ortada. Allahtan giderken fıstık almıştımda biraz açlığımı bastırdım. Ancak ortada dolaşan keyif verici madde kullanımından sonra bi açlık bastırdı ki, soluğu sokakta yemek satanların olduğu yerde aldım. Yediğim en güzel yemekti valla uzun süreden beri, ya da bana öyle geldi :) Valla ben sokaktan yemek yiyorum kardeşim. Burada milyonlarca insan yiyorsa ben neden yemeyeyim. Bir tek suyu çeşmeden içmiyorum. Karnımı doyurunca bu sefer canım kadın aman bira çekti ve bende kitaptan okuduğum Monoloca bara gideyim bari dedim. Kapıdan içeri adımımı atmamla beraber kendimi Amerikada hissetmem bir oldu. Manzara-ı umumiye şöyle; 2 büyük ekranda Amerikan futbolu ve futbol seyreden onlarca Amerikalı bir yandan bira içip bir yandan da her oyundan sonra aygır gibi bağırıyorlar. Barmaid ise Amerikadakilere taş çıkartır. Hafif yuvarlak yüzlü, çekik gözlü (muhtemelen çin asıllı) hafif aptal, yarı seksi bir Amerikalı hatun düşünün. Alt dudakta iki piercing, kıpkırmızı bir ruj, yüksek belli ama dar ve kısacık bir şort, kareli gömlek ve ayakta püsküllü çizmeler. Yav, nerdeyim ben!


Yanımda oturan, kumaş pantolonlu, kareli gömlekli ve saçlarını yandan ayırıp hafif geriye doğru tarayan Amerikalıya 'kardeş, ta Amerikadan buraya gezmeye gelmişssin, ne işin var senin burada' diye sormadan edemedim. Ne dese beğenirsiniz. 'Ya haklısın ama buranın naçosları çok güzel' La havle vela kuvve binnazim. Neyse ben de havaya girip, hatta kendime takım seçim tezahürat yaparak maçı izledim sonuna kadar, Guatemalada bir amerikan barında.. Hayatın bu sürprizlerine bayılıyorum. Ama bazen hayat kötü sürprizde yapıyor. C'est la fucking vie durumu. Detaylar az sonra..


Gün batımı - Fuego 'ateş' volkanı

Hani hep diyorum ya, biraz arka sokaklarına gitmek lazım şehrin, işte ikinci gün ben de öyle yaptım. Ödülümüde pazarda ve otobüs garajında bir sürü fotoğraf çekerek aldım. İnsan Guatemala'nın aslında ne kadar ucuz olduğunu buralarda anlıyor. Ne işim var benim İtalyan lokantasında, kızarmış tavuk, yanına patates ve makarna bir de içecek 3 TL. Oh! mis gibi valla.



Antigua garajı

Antigua market

3. gün demir almak zamanı geldiğinde, bari buraya kadar geldim, şehrin biraz dışında, vokanlara bakan ormanlık bir alanda Earth Lodge diye bir mekanda 2 gece geçirip öyle ayrılayım düşüncesiyle hostelin servis aracına (yok bedavaydı, paralı tabi) atlayıp mekana geldim. İşte aşağıdaki fotoğrafıda hostelin girişinde çektim. Ama biraz bozuldum da benden önce bir Türk'ün buraya gelmiş olmasına.


Toprağa hoşgeldin. Yok o manada değil adı earth lodge mekanın

Bu taraflarda o kadar az Türk var ki gezen, her tanıştığım yabancı 'Aa! ilk defa bir Türkle tanışıyoruz! diyor. Aynı durum Güneydoğu Asya'da gezerkende geçerliydi. Yok değil ama tahminim, şu dönemde Orta ve Güney Amerikada seyahat eden (tatil değil, en az 2 ay seyahate çıkanları kastediyorum elbette) Türk sayısı iki elin parmaklarını geçmez. Elin gavuru 20 yaşına geldimi, bir nevi mecburi askerlik misali backpackinge çıkıyor. Bizde de çocuklar otuzuna kadar ailelerinden ayrılmıyorlar. Neyse efendim, biz işimize bakalım. Ne diyordum, hah, Earth Lodge. Buranın da sahipleride Amerikalı çıkmasın mı! Ama güzel yapmış abiler. Manzara kopuyor, ortam şahane, yemeklerde on numara. Hele akşamları çıkan vejeteryan menü haftalardır et ve tavukla beslenen beni mest etti. Sorun şu ki, dağın başında olduğunuz için herşeyi hostelden tüketiyorsunuz ve bu da acıtıyor biraz. Napalım, arada böyle lükslerimizde olucak artık, olmasın mı yani ?

Arada keyif yapalım dimi..

2 günlük sefahatten sonra Atitlan Gölündeki koylardan San Pedro'ya gitmek üzere hostelden ayrıldım. Hostelde tanıştığım İrlandalı Mayki ve kız arkadaşı Fransız Elsa, Santa Cruz (aynı gölde başka bir koy) daha keyifli, biz oraya gidiyoruz diyince ben de 'madem orası daha güzel diyorsunuz ben de oraya geliyorum' diyince hayatın kötü sürprizide aynı anda yola çıkmış bana doğru geliyormuş meğerse.

Garaja gidip, ilk durağımız olan Chimaltenango otobüsüne bindik. Otobüs dediğim yine chicken bus. Tabi burada hepsi rengarenk ve hepsinin egzos dumanı istisnasız kapkara. Neyse toplamda 4 backpacker iki iki oturarak yola koyulduk. Yolda bir yandan etrafı seyrederken bir yandan, blogumda yazmak için, Guatemala ile ilgili envai düşünce geçiyor aklımdan. Şimdi siz bir düşünce bulutu hayal edin ben de anlatayım; Guatemala esasen güvenli bir ülke. İnsanlar genellikle samimi ve dostane yaklaşıyorlar yabancılara. Belli ki hırslı insanlar değiller. Pek acele etmiyorlar yaşamlarını sürdürürken. Ha, bir de 'chicken bus' lar var, bunlarla seyahat etmeden Guatemala'ya gelmiş sayılmazsınız. Peki niye chicken bus deniyor, açıklayayım efendim. Eskiden insanlar pazardan aldıkları tavuklarıyla seyahat edermiş bu otobüslerde. Bugün pek tavuk taşınmıyor ama...

Düşünce bulutu dağılır ve gerçek zamana dönülür.

Bugün tavukla seyahat etmek pek yaygın değil ama benim gibi tavuklar olduğu sürece bu isim değişmeyecek bence. Otobüs kalabalık mı kalabalık. 2'li koltuklarda üçer kişi oturuyor. Birde ayakta dünya insan var. Ayrıca, çantalar, paketler ve de 4 tane tavuk (biz oluyoruz onlar . Bir yere geldik ve 'tamam, burada iniyorsunuz dediler. Hayda, apar topar toparlan, insanların üstünden, arasından geçerek arka kapıdan in. O da ne! Mayki delirmiş bir vaziyette pasaporum gitti diyor. Hepimiz çantalara hamle yapıyoruz. Amerikalı kadının kucağında duran küçük sırt çantası bıçakla kesilmiş ve fotoğraf makinası uçmuş. Hasss... tir, benimde cüzdan yok. Nasıl olur lan, önümde asılı çantadaydı her zamanki gibi. Aslında bugün cüzdanı küçük sırt çantama koymuştum ama otobüs parasını ödedikten sonra koymayacağım tutmuş işte. Tahminen fermuarını da kapatmadım, milletin arasında geçerken, usta bir el
cüzdanı çekip alıverdi.
Hasar raporu veriyorum : bir adet kaliteli deri cüzdan, kimliğim (b.k mu var kimliğini cüzdanında taşıyorsun, Türkiyeden kalma alışkanlık işte), 40 USD karşılığı Guatemala parası ve 2 kredi kartı. Kartlar niye orada ya da niye ikisi cüzdanda belli değil. Neticede kartı haftada bir para çekmede kullanıyorsun, koysana tşört altı cüzdanına. Neyse, olayın şokunu atlattıktan sonra tutanak tutturmak için polis karakoluna gittik. İşte insanın basireti böyle bağlanıyor arkadaşlar, hemen bankayı arayıp kartları anında iptal ettirsene. Ben bu işi aradan 3 saat geçince yaptığım için hırsız arkadaşlar iki karttan toplam 1800 USD karşılığı parayı hemen iç etmişler. Şimdi anladınız mı niye chicken bus dendiğini:) Bu günlerde bankalarla boğuşuyorum bu parayı kurtarmak için. Arkadaşlar, bu konuda yardımı olabilecek her arkadaşa benden büyük kıyak dönünce ya da buradan hediye. 1800 dolar burada 60 gün demek. Parayı kurtaramazsam s.çtım. valla. Gerçi yolculuğun ikinci ayağında, otostop yapıp bir mandalin kamyonunda seyahat ederek iki doları şimdiden kurtardım ama nereye kadar otostop yani. Birkaç in-binden ve 20 dakikalık ıslak tekne yolculuğundan sonra Santa Cruz'a ulaştık. Günlerden 23 Aralık yani yarın noel ve eğlence gırla olacak. Ama gelin görün ki bende keyif filan kalmadı. Aptallığına mı yanarsın, giden paraya mı. Yemekten sonra yatakhaneye gelip bilgisayarla haşır neşir olup sonrada yattım. Birde yarın kasabaya in, faks çek, telefon aç bi sürü ıvır zıvır iş var.


San Pedro

Ertesi sabah Panahachel'de ıvır zıvır işleri hallettikten sonra ani bir kararla, bu koydan ayrılıp San Pedro'ya geçtim. İyiki de gelmişim birden içim açıldı. San Pedro kesinlikle 'chill out' mekanı. Göl manzaralı, ucuz, güzel müzik yapan mekanlar, hoş restoranlar derken insanın kalası geliyor. Adanın sürprizi, Oaxaca'da aynı evde kaldığımız Kanadalı kızlar ve Vanessa'yla karsılaşmak oldu. Akşama kaldıkları hostelde kristmıs yemeği yapacaklarmış, gelirmiymişim? Gelirmişim dedim. Backpackerın kristmıs yemeği ne olur. Başlangıç olarak ucundan kemirilen ekmek ve peynir, ana yemek sebze çorbası datlı olarakta tereyağında kızartılmış şekerli elma. ha bide sıcak şarap. Oh, keyifler gıcır. Bu arada bu benim ilk kristmıs kutlamam oluyor, iyi bişeymiş bu kristmıs valla. Gece yarısına doğru çıkıp neler oluyor çarşıda bir bakalım dedik. Ohoooo neler olmuyor ki; kilise bahçesinde dans edenler, sarhoş turistler, hemen her köşede patlayan havai fişekler (dandik olanından), sıçanlar, füzeler, gürültü bombaları, çatapatlar, dükkanlardan gelen müzikler ve gerçek havai fişekler derken kaotik bir eğlence hüküm sürüyor ortada. Neticede herkes gayet mutlu görünüyor. Ben mi? Ben de mutluyum valla. Mutluluk içimde heh heh.. Neyse sonrasında freedoom bara gidip Guatemalı gençlerle, tekno müzikle dans edip geceyi sonlandırdım. Ortam İstanbuldaki clublardan farklı değildi ama garip bişey var farklı olan burada. Nedir bu nedir bu derken farkettim ki dans eden insanların boyları ortalama 30 cm. kısa ben ve onlara tepeden bakıyorum. Kendimi hafiften Güliver hissetmedim desem yalan olur valla :)

Eeee! bu kadar aktiviteden sonra biraz dinlenmek lazım dimi efenim :) Ben de aynen öyle yaptım. Akşama bir Alman oğlan, ben ve 3 kız sıcak su havuzunda yer ayırttık. Alttan ısıtılan küçük havuzlar var bahçede. Her taraf ağaç ve yeşil. Hava kararmış, dışarısı soğuk, elbiseleri fora edip (mayolu herıld, terbiyesizler sizi) havuza giriyoruz. Offf, sıcacık. Dışımızı havuzda, içimizi de şarapla bir güzel ısıtıp 3 saatin nasıl geçtiğini farketmeden kalmışız orda. Kanıt mı, al sana kanıt.

Aynı anda yıkanıp su tasarrufu yaparken

Ertesi gün, hemen yan koy olan San Juan'a gittim yürüyerek. Tek turist benim burada. Harika valla. Yolda karşılaştığım herkesle merhabalaşıyoruz, herkes gülümsüyor, yolda durup sohbet ediyor. Allah allah böyle yerler var hala yeryüzünde demek ki. Tevekkeli boşuna yazmamışlar kasabanın girişindeki tabelaya ' Barış dostu San Juan'a hoş geldiniz' diye. İnsanın hemen ilk gördüğü uygun evi kiralayıp yaşayası geliyor içinden. Ama dur bakalım daha yeni başladın gezmeye, kimbilir daha nereler çıkacak karşına. Çıktı da! Merak ettiyseniz, okumaya devam. Gelecek sayı pazartesi bayilerde..

Barış dostu belediye. Bundan güzel bir misyon olabilir mi?


San Juan huzur ve barış kasabası

22 Aralık 2010

BİR GARİP YOLCULUK HİKAYESİ

08:10 - Tulum - 1. araç
Herşey normal başladı. Sabah 08:10 otobüsü için otogardayız. Otobüse bindik ve dört saatlik yolculuktan sonra Beliz sınırına en yakın şehir olan Chetumal'deyiz. Kızların bilgisine göre buradan günde 5 kez Guatemala - Flores'e direkt otobüs var. Ama gel gör ki sadece bir otobüs varmış ve oda sabah 07 de. Otogarda bir çalışan, taksiye binip diğer otogara gidip, oradan Belize City'ye (Beliz'in eski başşehri - yenisini de siz öğreniverin artık) gitmemizi, oradan Flores'e otobüs bulacağımızı söyledi.

12:10 - Chetumal -2. araç
Taksiye bindik, gideceğimiz yeri söyleyince şöför Beliz'e gideceğimizi anlayıp '80 peso verin (normalde gideceğimiz yer 20 peso) sizi Beliz sınırına götüreyim, oradan Flores'e devamlı otobüs var' diyince birbirimize bakıp '80 pesoyu 3 kişi bölüşünce bişey değil, tamam' dedik. Ve böylece garip yolculuğumuz başlamış oldu. Bak kardeşim, bu dünyada bir kadınlara bir de taksi şöförlerine güvenmiyceksin. Tamam tamam, dellenmeyin hemen kızlar, kadınlara kısmını çıkarttım cümleden :)
Sınıra gittik. Önce Meksika sınırında 20 USD çıkış parası geçirdiler bize, sonra ben sizi Beliz gümrüğüne götürürüm diyen taksi şöförü yamuk yaptı ve çantalarla allahın sıcağında Beliz gümrüğünden geçtik. Orada bekleşen otobüs şöförlerine sorunca anlaşıldı ki buradan Flores'e giden otobüs yokmuş. Önce Beliz şehrine gitmeli oradan Flores'e gitmeliymişiz. Yani puşt taksici iki dolar fazla kazanmak için bizi yanlış yönlendirmiş.

13:30 - Beliz sınırı - 3. araç
Belize otobüsünü sorduk 2 saat sonra gelecek, olsun Beliz yakınına giden Orange Walk otobüsü var. Karnımız aç ama yemeğe vakit yok, zira araç hemen kalkıyor. Otobüs dediysekte Meksika'daki otobüsler aklınıza gelmesin. Bunlar Meksikada 'chicken bus' denen eski okul servis araçları. Otobüse atladık, bir buçuk saat sonra Orange Walk'dayız. Karnım zil çalıyor, kahve istiyorum, sigara istiyorum ve bu yüzden gerginim. Neyse şimdi inince yeriz artık.

15:00 - Orange Walk - 4. araç
Ne yemeği, tuvalete bile vakit yok. Bir sonraki Beliz City otobüsü 17 de. Gittik gittik yoksa Beliz şehrinde kaldık. Ama hiçbirimiz kalmak istemiyoruz. Küçük bir sorun var yalnız, otobüs tıka basa dolu. Tıka basa derken ayakta da dahil olmak üzereyi kastediyorum. Çantayı bagaja vermem, birisi göstere göstere alıp gitse bile otobüsten inmem en az 10 dakika. İki ayağımı yanyana koyamadığım için pergel gibi açıp, ayakta birbuçuk saat Belize şehrine ulaştım.

17:00 - Beliz City - 5. araç
Beşe beş kala Beliz otogarına geldik. Otogar dediğime bakmayın, bizim kasaba otogarlarından daha hallice değil. Aaaaa! Flores'e araç yok bu saatten sonra ama 5 dakika sonra Guatemala sınırına yakın bir yere giden otobüs var. Beş dakikada, yarım sigara, tuvalet ve 2 paket gofret alıp otobüse bindim. Bindim dediğime bakmayın bindik işte. Bu sefer oturacak yer var. Beliz'deki otobüslerin iyi tarafı gayet güzel reggae çalmaları. Zaten Beliz halkının çoğunluğu zamanında Afrika'dan getirilmiş esirlerin torunları. Burada resmi dil İngilizce. Birde creol ingilizcesi (afrika usulü ingilizce) konuşuluyor. 

Burdan sonra yolumuz 2 saat, bu arada ben biraz Beliz'i anlatayım size. Geçen sayfada bahsetmiştim, fiyatlar uçuk diye. Bu durum adalarda ve turistler için geçerli. Beliz halkı gayet fakir. Derme çatma, briket evlerde yaşıyor çoğu. Uyuşturucu yolu olması sebebiyle uyuşturucu çok yaygın. Kumarhanelerde çatır çatır para basıyor. Beliz'deki kumarhanelerden ikisinin sahibi bizim Sudi. Nam-ı diğer kumarhaneler kralı Sudi Özkan. Türkiyede kumarhaneler kapanınca soluğu burada almış Sudi Bey ve Princess oteli olarak işletilen iki kumarhane açmış. Bu fakirliğin sonucu olarak, hırsızlık ve soygun olayları yaygın Beliz'de. Hele turistseniz potansiyel muzsunuz burada. Anlayan anladı işte espiriyi :)

19:30 – Beliz'de bir yer -6. Araç
Sınıra yakın yere geldik. Buradan sınıra gidecek bir taksi bulduk. Kişi başı 5 dolar çok para ama artık dönüşü olmayan bir yoldayız. El mahkum kabul edik bindik taksiye. 10 dakika sonra Beliz sınır kapısındayız. Sadece içinden geçmemize rağmen 15 dolar çıkış parası verdik. Beliz’den nefret ediyoruum. Allahtan taksi şöförü bizi ekmedi ve Guatemala sınırına geldik. Buradaki uyanık memur bize gerizekalı turist muamelesi yapıp 15 Quetzal ( 2 dolar) giriş parası istedi ama sağır sultan bile biliyor Guatemalaya giriş parası olmadığını. Vermedik tabi. Gerzek memur nolcak. Bitti sanıyorsunuz dimi, ama hayır. Az sonraaa!

20:00 – Guatemala sınırı - 7. Araç
Sıra geldi buradan Flores’e gitmeye. Yol, birbuçuk saat civarında. Yine bir taksiyle anlaştık. Bu sefer fiyat normal. Açlıktan taksinin koltuğunu bile kemirebilirim diye düşünürken bir benzin istasyonunda durdukta sandviç benzeri bir şey alıp midemin sesini durdurmayı başardım.

21:30 – Flores - 8. araç
Saat 21:30 civarı Flores’e yaklaşmışken otogardan henüz ayrılmakta olan Guatemala City otobüsünü görünce, bu saatten sonra Flores’te kalmaya ne gerek var deyip kendimizi otobüse attık. Artık 9 saatlik yolculuğumuz başlamış oldu. Allahtan otobüsün koltukları geniş ve neredeyse tamamen yatıyor. Hemen uykuya daldım. Flores’te niye mi kalmadık? Ben daha önce kalmıştım (bkz. Maya Rotası) Kızlar da kalmış ve burada gidilecek en önemli yer olan Tikal’i hepimiz gördüğümüz için kalmaya gerek görmedik. Tikal Maya uygarlığının en önemli ve en güzel şehirlerinden biri, kesinlikle tavsiye olunur.

06:30 – Guatemala City - 9. Araç
Guatemala City’deyiz. Benden size bir tavsiye daha, mecbur kalmazsanız burayı es geçin. Ben yarı uyanığım ve kızlar bir taksiciyle konuşuyorlar. Yine mi taksi? 

06:34 – Guatemala City - 10.araç
Antigua’ya gidecek otobüsler başka yerden kalkıyormuş. Kahve içmem lazım, bir an önce kahve bulmalıyım. Neyse 10 dakika sonra oradayız. Otobüs muavinleri gırtlaklarını patlatarak bağırıyorlar; Antiguaaa, Antiguaaa! Ya da Xelhaaa, Xelhaaa! Yine çanta içeri alınıyor elbette. Hala oturacak yer var ama birazdan 3 kişi aynı koltuğa sıkışmak zorunda kalacağız. Allahtan Yol 45 dakika sadece.

07:50 - Antigua
Saat 08:00 de başlayan yolculuğumuz, aç, susuz, 10 araç değiştirerek, 24 saat sonra Antigua’da noktalandı. Onlar evlerine giderken ben de ilk açık kafeye girip bir kahve söyledim kendime. Neymiş, taksi şöförlerine ve kadınlara güvenmeyecekmişsin :)

TEKRAR TULUM ve..

Tulum'a dönüşte başka bir yerde kalmaya karar verdim bu sefer. Ne demişler, tebdil-i mekanda ferahlık vardır. Bu sefer kaldığım hostel, Weary Traveller yani yorgun seyyah. Güzel isim değil mi? Ben sevdim en azından. Dormlar küçük biraz, 5 kişi kalıyorsunuz küçük bir odada. Elbette kızlı-erkekli. Bu kadın-erkek durumu ne zaman değişecek bizim ülkede arkadaşlar. Bırakın bir odada kalmayı, otobüs yolculuğunda -bir hata sonucu- bağyan yanına düşmüşseniz, kadınların o sıkıntılı bakışı sizi erkek olarak doğduğunuza pişman ediyor.

Tulum'a niye tekrar geldin diye soracak olursanız, size ne! Şaka, şaka Cozumel'de adam gibi dalamadım bari burada dünyada örneği olmayan 'cenote'lerde dalayım dedim. Cenote nedir bilmiyorsunuz dimi, sizi gidi cahiller. Ne demişler, çok okuyan değil, çok gezen bilir :) Kesin dayak yiycem dönüşte birilerinden bu ukalalığımdan dolayı. Aman, napayım, 40 yılda bir (daha doğrusu 45 yılda iki) seyahate çıkmışım, olsun artık bu kadar.

Cenote, kalkerli toprağın çökmesi sonucu oluşan kuyulara verilen isim. Ama öyle aklınıza hemen minicik kuyular gelmesin. Bunların bir kısmı, çökeltiler sonucu oluşan oyuklar, sarkıtlar ve dikitler sonucu su altı mağaraları oluşturmuşlar ve kilometrelerce olanı var. İlk daldığım yer, Angelista derinliği 50 metre olan dev bir kuyu. İçinde bulunan ağaçlar ve yaprakların çürümesi sonucu olarak, 30 metre civarında bir sülfür hidrojen tabakası var ve görüş sıfır. 30 metreye kadar koyu bir mavinin içinde dalıyorsunuz ve sonrası karanlık bir bulut. 5-6 metre sonra su yine normale dönüyor ama bu seferde ağaç gövdeleri, dalları puslu bir görüntünün ardında sizi oldukça gizemli bir ortama doğru çekiyor. O kadar gerçeküstü geldi ki, kendimi Hollywood stüdyolarında hazırlanmış bir ortamda hissettim. Su soğuk değil. İşin komik tarafı, malzemeyi kuşandıktan sonra, 500 metre ormanın içinde yürüyorsunuz cenoteye ulaşmak için. Yani düşünsenize, ormanda ağaçların arasında yürüyen tam teçhizatlı dalgıçlar. Aslında cenotede bir tatlı su timsahıda varmış ama sanırım bizim dalış esnasında ormanda yürüyüşe çıkmış. Rehber bişey yapmaz dedi, hemde dalgıçların kabarcıklarını seviyormuş. Valla ben onun yalancısıyım.

Diğer dalış noktası, Grand Cenote. Burası sığ, daha çok sualtı mağarası kategorisinde. Sadece tecrübeliler dalabiliyor bir mağara dalıcısı eğitmen eşliğinde ve sadece kolay kısmına (ışığın kısmen ulaştığı yerlere) daldırıyorlar. İçerisi iple ve levhalarla işaretlenmiş. Bu mağaralar ilk keşfedildiğinde cahilce ve önlem almadan dalan bir sürü kişi ölmüş ama dediğim gibi şu anda gayet emniyetli. Daha ilerilere gidebilmek için mağara dalıcısı olma zorunluluğu var. Su o kadar berrak ki varlığını hissetmiyorsunuz. Sarkıtlar, dikitler ve şeyler (ikisinin birleştiği durumda ne deniyordu) odacıklar, galeriler derken yine olağanüstü bir yere daldığınızı hissediyorsunuz. Tulum'da daha çok cenote var dalacak ama dalıştan para kazanan birinin dalışa para ödemesi ne demektir bilir misiniz siz. Hem de parasız birinin. Bu blogu okuyan herkes 5 dolar verse ben daha ne dalışlar yaparım ama nerdeee! Beliz'e bile gidip dalamadım. Allahım nedir bu benim kara talihim. Şimdi ağlamam gerekiyor, 5 dakika ara..

Akumal plajı, sol köşede işte ya..

Oh iyi geldi valla ağlamak, açıldım şimdi. Dalışa gidemesem de ertesi günü dolmuşla 4 TL ye gidilen Akumal plajına gidip deniz kaplumbağaları, vatozlar, barakudalar ve envai çeşit balık ve mercanın bulunduğu bir plajda şnorkel yaparak süper bir gün geçirdim. Şu hakkında çok yorum yapılan -bkz. aşağıda- fotoyuda orada çektirdim. Aslında böyle foto çok bende ama ne biliyim ben böyle ilgi çekeceğini :)

sıradan bir gün işte canım

Akşamları hostelden bir yere gitmeye gerek kalmadı zaten doğru dürüst gece hayatıda yok Tulumda. Hostelde kendin pişir kendin ye, ucuz bira, iyi müzik ve bol muhabbet durumu gayet iyi oluyor. Bir de her akşam çocuk arabasındaki iki çocuklarıyla uğrayıp harika drum (türkçesi neydi ya) çalan karı kocanın müzikleriyle mest olunca en iyi yerin burası olduğuna karar veriyorsunuz. Son gece hostelin sahibi John beraber sohbet ettiğimiz Avustralyalı hatunlardan birini tavlama uğruna hepimize arka arkaya tekila şat ve bira ısmarlayınca ben zurna olup bayıldım, abi hatunu götürdü. Adaletin bu mu dünya!, Ahyaaaaaaaaak!

harika müzisyenler

Beliz, buradan sadece 4 saat ama son anda gitmekten vazgeçtim. Beliz'in en büyük atraksiyonu adaları ve dünyadaki ikinci büyük resife sahip olması. Birincisi Avustralya'daki Great Barrier Reef ve uzunluğu birkaç bin kilometre. Buradaki resif ise birkaç yüz kilometre ama yine de ikinci işte. Adalar daha çok paralı tatilcilere göre. Backpackerlar için çok tercih edilen bir yer değil Beliz. Fiyatlar Avrupa ayarında. Bir de meşhur Blue Hole'da iki dalışın 190 USD olduğunu öğrenince ben transit geçip, Guatemalaya gitmeye karar verdim. Kara kısmı konusunda kimseden iyi bir şey duymadım şahsen. Hem soyulma ihtimaliniz yüksek hem de görülecek bir yer yok. Neyse, aynı pansiyonda kalan Hannah ve Lusi'de benim gibi Antigua'ya gidecekleri için beraber gitmeye karar verdik. Daha doğrusu, onlar Guatemala'da 4 ay gönüllü olarak çalıştıkları için onları rehber gibi izleyip peşlerine takıldım. Takılmaz olsaydım. Neden mi? Cevap, gelecek sayıda.

14 Aralık 2010

TULUM - COZUMEL

Chetumal macerasından sonra, 2. sınıf bir otobüste 3,5 saatlik yolculukla Tulum'a geldim. İzin verinde açıklayayım nedir bu sınıf meselesi. Meksika'da otobüsler sınıf sınıf. En lüks sınıf bizim Ulusoy gibi, internet dahil her türlü konfor mevcut, elbette fiyatıda ona göre. 1. sınıf, eli yüzü düzgün otobüsler, gayet güvenli ve orta fiyat. 2. sınıfta ise, biletin var ama nereyi boş bulursan oraya oturuyorsun. Benim bindiğim otobüsün bagaj kapağı kapanmadığı için sırt çantamıda içeri almak durumunda kaldım. Bir de 2. sınıf otobüsler, köy, kasaba her yere uğruyorlar. Olsun, 5 kuruşa 3 köfte durumu işte.

Tulum plajı

Tulum deyince hangi Tulum'da kalmak istediğine karar vermelisin. Tulum Pueblo yani Tulum kasabası anayol üzerinde kurulmuş bir yer. Tulum Zona Archeologica ise Tulum harabeleri bölgesi ve plaja ve kasabaya 10 dakika (araçla.) Tulum beach ise, plajdaki konaklama bölgesi. Burası en kazık yer. En ucuz bungalow 500 peso (40 USD) civarında. Tek kişide olsan çift kişide fiyat aynı. Bana 3 numara büyük geldiği için ben kasabada Rancho Tranquilo denen bir hostelde kaldım. Sakin çiftlik demek, gerçektende kocaman bir bahçesi olan sakin bir hostel. Buradan dolmuşla harabelere oradanda tabanvay plaja gidilebilir. Bir başka seçenekte bisiklet kiralamak.


Tulum plajı ve bir yüzücü - tesadüfi çekim :)

Tulum, Mayalar döneminde bir ticaret limanı imiş. Ben ilk günü kasabada geçirdikten sonra, ertesi gün önce şehrin kalıntılarını ziyaret edip sonra plaja gittim. Plaj harika, bir sürü hotel, restorant var ama dediğim gibi gezginlere göre değil pek. Bembeyaz pudra gibi bir kumu var plajın ve bu kumun özelliği yazın ortasında bile serin kalması. Biraz yürüyüşten sonra, kendime uygun bir yer bulup, serin kumlardan tuzlu Karayip sularına atladım. Bu plaj durumunun bana göre olmadığını dönüş yolunda tekrar anladım. Gelirken gördüğüm insanlar, saatler sonra yatalak misali hala aynı pozisyonda yatıyorlardı. Tamam plaj güzelde malak misali yat yat nereye kadar. Anlıycağınız bir gün plaj bana yetti ama ben severim yatmayı diyenler buyursunlar. Akşam benimle aynı 'dorm' da (yatakhane oluyor kendileri) kalan İspanyol ay pardon Katalan Tito (ismine aldanmayın kendisi bir baayan) ile dışarı çıkıp hayat memat üzerine İspanyolca koyu bir sohbet yaptık. Sen nasıl becerdin İspanyolca sohbeti derseniz, vallahi insan nelere muktedirmiş ben de şaşırdım. Tabi benimkine İspanyolca değilde İspanglais demek lazım. Ama dil başka türlü öğrenilmiyor ki birader, kafasını gözünü yarmadan. Bu arada bir parantez de dorm olayına açayım (bu hostel denen yerlerde yatakhane olayları kız, erkek ayrı olabildiği gibi, genelde karışık oluyor, yani bunda garip bişey yok. Herkes yatağına geçip mışıl mışıl uyuyor. Öyle hemen, vay be şahaneymiş bu durum diye ağız şapırdatmaya ve öküzlüğe gerek yok. Bu sözüm erkeklere, hanımlar alınmasın lütfen )

Tulum plajı

Ne diyordum, ha ertesi gün Tito ile beraber bir dolmuşa atlayıp Playa del Carmen'e geldik. Tito burada bir gün kalıp Cancun'a oradan da memleketine dönecek, ben de feribota geçip Cozumel'e. Playa del Cartmen'i es geçin derim zira Meksikalıdan ziyade turist dolu sokaklar.

Tito ve barın çalışanları ile Playa del Carmen'de

Hep diyorum ya, Meksika'da müzik her yerde diye. Bir kız bir erkek, 2 genç Meksikalı bir saatlik yol boyunca merenge, salsa, son (bir müzik türü) çalarak (bahşiş karşılığı) yolculuğu bir Meksika eğlencesine dönüştürdüler. Ya, niye bizim memlekette böyle şeyler olmaz. Metroda müzik olayı var bizde ama belediyenin onayladığı müzisyen ve müzikler dışında başka bir şeye izin yok. Onların gösterdiği yere yerleşilip, belirli saatler arasında müzik yapılacak. Kardeşim, adamlar belediye memuru mu ya, bırak çalsınlar istedikleri müziği istedikleri yer ve zamanda. Yok, nizam, intizam önemli. Aman ha, düzeni koruyalım..

Cozumel. Ne diyecektim ben şimdi. Hah! Cozumel zamanında bir Maya yerleşim yeri imiş. İspanyollar döneminde korsanların sığındığı bir ada olmuş. 2. Dünya Savaşı sırasında ise ABD tarafından hava üssü olarak kullanılmış. Bu dönemde eski döneme ait her türlü yapı yıkılınca bugüne hiç bir halt kalmamış geçmişten. Bunun içündür ki, bunun içündür ki (kimi hatırlatıyor bu söz dizisi size) bugün Cozumel'de mimari yok, inşaat var (hangi ülkeyi hatırlatıyor bu durum size). Görünen mimari yok ama görülmeyen bir olağanüstü bir güzellik var adada. Bu güzelliği görmenin yoluda dalgıç olmak. (memlekete döndüğümde, dalgıç olmak isteyenler bu blogu çalışıp gelirlerse yüzde yirmi indirimli kurs alabilirler benden. E, malum paralar suyunu çekmiş olacak)

hem çalışıyor hem dans ediyorlar, harika mekan

Cozumel'de yine couchsurfing'den bulduğum Eric'in evinde kalıyorum. Eric, Venezuellalı ama Meksika'da yaşıyor uzun zamandan beri. Bu Venezula ne menem bir memelekettir ki, kimse iyi laf etmiyor hakkında, Eric bile. Bir kere güvenlik sorunu var, ortalık üçkağıtçı dolu, turistlere kaba davranıyorlar ve pahallı (hepsinin sonuna mış ekleyin).
Eric, süper ingilizce konuşan, bir otel grubunda düğün koordinatörlüğü yapan genç bir arkadaş. Benim geldiğim günün ertesi günü bir de İspanyol bir arkadaş eklendi hane halkına. Onlar yarın plaja gidiyorlar, ben de dalışa..

Cozumel sahili

Dün Blue Cozumel dalış merkezi ile dalışa çıktım. Standartları hiç fena değil. Ama tekne olayı hiç bizimkine benzemiyor. Kıçtan takma motorlu 8 kişilik sürat motoru-kayık arası bir deniz aracıyla ıslana ıslana dalış yerine gidiyorsunuz. Dalışı yaptıktan sonra, boş bir adaya yanaşıp ağaçların arasında hacet giderdikten sonra, bir muz ve bir dilim papaya ile kandırılıp bir saat sonra ikinci dalış. Sonra yine ıslana ıslana geri dönüş. Niye böyle diye sordum, dalış merkezi yöneticisi Garry'e. 'Biz tekne turu yapmıyoruz, dalış işi yapıyoruz' dedi. Aslında haklı adam, bizim sualtı artık kuruduğu için, insanları memnun etmenin yolu, işi hafiften tekne turuna çevirmek olmuş bizde.

Gelelim, zurnanın zırt dediği yere, yani dalışa. Ne desem ki, 20 yıldır dalıyorum, uzun zamandan beri kendimi dalışa yeni başlamış birisi kadar heyecanlı hissettim. İlk 10 dakika suratımda salak bir gülümseme ifadesiyle etrafıma bakarak geçti. Etrafıma bakmak derken, habire dönüp duruyorum suda. Önümden geçen balıklara bakarken arkamdakileri kaçırıyorum, dönüp onlara bakarken, zart diye karşıma mercanlar çıkıyor, onlardan sıyrılıp başka bir balık sürüsüne dalıyorum, uzaktan geçen hemşire hanım (nurse shark) bütün dikkatimi dağıtıyor, sonra tepemde dolaşan akyalara bakarken, birden kızgın suratlı bir barakuda çıkageliyor ve bu durum tüm dalış boyunca devam ediyor. Anlıycağınız, o gün çocuklar gibi şendim, o gün bin atlı bir orduyu yendim. İşin en güzel tarafıda bunları sadece orta suda durup akıntı ile sürüklenirken yaşamak, yani öküzün trene baktığı gibi. Bi dakka, tren önümüzden geçen balıklar oluyorsa biz..hımm, bu sefer uymadı benzetme durumu.

Bugün, Cozumel'de tüm yıl boyunca sert rüzgarladan dolayı dalış yapılamayan 10-15 günden birisi bana denk geldi, bu işte kimlerin ahı var çok iyi biliyorum ben. Ama hayat sürprizlerle dolu işte. Cozumel'e gelirseniz, merkeze yürüyerek 10 dakika mesafede Barracuda Otel'in sahilinde yer alan NO NAME bara giderseniz sizi, türk kahvesi, köfte ekmek, cacık, rakı, kavurma, baklava ve ara ara çalan türkçe şarkılarla çok keyifli bir ortam bulacaksınız. Barın sahipleri Grant ile eşi Tülay zamanında yolcu gemilerinde çalışırken tanışıp evlenmişler. Bu keyifli çiftin yarattıkları mekanda aynen kendileri gibi keyifli olmuş. Tülay'ın kuzeni Uğur'da 7 yıldır kadroya dahil olarak çalışıyor. Güleryüzlü ve sıcakkanlı çalışanları, harika müzikleri, muhteşem menüsü, havuz başı keyfi ile güzel bir gün geçirmek için harika bir yer. Ben neredeyse iki günümü geçirdim. Kendisini yarı Türk gören şeker barmaid Betza ile tavla oynarsanız sanmayın ki karşınızda çaylak var, ben yenilmekten zor kurtuldum. Bir de benim bir ricam var, Cozumel'e gelecek olursanız, No Name bar için 3-5 paket Kurukahveci Mehmet Efendi türk kahvesi, belki bir iki paket siyah zeytin getirmek çok hora geçer. Ben parasını veririm size.

No Name Bar

Betza - bir arkadaş, No Name Bar

Fırtına devam ettiği için, adadan ayrılmayı düşünürken Tülay'ın 'yarın işkembe çorbası yapıcam, sever misin' lafına dayanamayıp bir gün daha kaldım adada. Ya, insan bir çorba için bir gününü feda eder mi? Ertesi gün, sarmısaklı, sirkeli işkembeyi yiyince bir daha anladım ki edermiş. Demli çayda bonus oldu benim için. Tamam artık, bu kadar tembellik yeter, yarın Tulum'a dönüyorum.

Hoşçakalın, yarın tekrar Tulum

10 Aralık 2010

SAN CRISTOBAL DE LAS CASAS, bir de CHETUMAL

4 Aralık, 2010
Efendim, geldik San Cristobal'a ama gelmez olaydım! Öyle hemen 2 günde ayrılınacak yer değilmiş San Cristobal. Az kalsın kaldığım hostelin sahibi Stephan'ın iş teklifini kabul edip kalacaktım burada. Ki benim yapmadığımı yapan bir sürü yabancı burasını mekan edinip kalakalmış burada. San Cristobal, nasıl denir Türkçede, kuul bir yer. Meksika üstü az Avrupa denebilir.

Şehrin ana akslarını oluşturan Real de Guadalupe ve 20 de Noviembre'de inanılmaz, sanatçı ve zanaatçı mekanları, kafeler, barlar, Lübnan mı istersin, İtalyan mı, İsrail mi artık türlü türlü restorantlar, film gösterimi yapan mekanlar diye gidiyor işte. Ben de hemen bir Türk restoranı açsam ne tutar ama diye düşünmeden edemedim. Bu arada parası olan varsa düşünebiliriz valla. Malum ben elde kalan son parayı bu yollarda harcamakla meşgulum.

Her şehrin olmazsa olmazı, Katedrali

Buraya yolunuz düşerse, akşam 20 de Noviembre sokağında bulunan Revolucion barı tavsiye ederim. Her akşam iki canlı grup çalıyor. Bir keresinde Latin Jazz yapan harika bir gruba, bir gün de salsa'ya denk geldim. Şu utancından yüzünüze bile bakamayan capon kızlardan birisi aşka gelip öyle bir dans etti ki sormayın. Hem öyle bizdeki gibi giriş parası filanda yok, bira 3 TL. İstanbul''da bir küçük biraya 10 TL verdiğimiz aklıma geldikçe çok sinirleniyorum valla.

San Cristobal'de, bir saat mesafedeki Sumidera Kanyonuna gidip botla gezinti yapabilirsiniz (ben yaptım, gayet keyifli) ya da 20 dk mesafedeki San Juan Chamula köyünü ziyaret edebilirsiniz (ben ettim) detay için bkz. Maya Rotası sayfası. Sanmayın ki şehir çok Avrupai. Merkezden 5 dk uzaklaşın, gerçek Meksika ve şehrin karmaşası ile karşılaşacaksınız. Benim tavsiyem sebze-meyve pazarı. Hem gezin, hem satın alın, hem de oradaki dükkanlarda bişeyler atıştırın. Başka ne mi yaptım burada. Durdum. Evet evet öylece durdum. Ama çok iyi geldi. Bir de burada insanlar -havasından mı suyundan mı nedir- hemen birbiriyle tanışıyor. İlk geldiğim gün Belçikalı, Fransız ve Hollandalıdan mürekkep bir grupla kaynaşıp langırt oynayıp, sonrada bara gittik. Bir başka günde, gecenin bir yarısı kaldığım odaya (dorma) gelen 3 kızla sinema ve nargile olayına girdim. Başka bişey yapmadım elbette sizi münafıklar sizi.

İstemeye istemeye 4. gün Chetumal'a biletimi alıp yola çıktım. Chetumal'da sadece bir gece kaldığım için yeni başlık açmıyorum. Hemen 2 dakika anlatıp, geçeyim. Chetumal, Belize sınırına 20 dk. mesafede kendi halinde bir şehir. Gece 12 saat yolculuktan sonra, şehre yarım saat mesafede bulunan meşhur Bacalar Lagününe nazır bir kampingde kalıp yorgunluk atayım diye bir taksi dolmuşa binip ısssız bir yerde inip orman içinde 20 dk yürüyüp kampinge ulaştım. Kamping harika ama bi gariplik var. Ortalıkta kimse yok! Alla alla yanlış yere mi geldim diye düşünürken bungalovların arasından bir adam çıkageldi, yanında da bir kadın. 'Biz işe gidiyoruz amigo, işte şuradaki bungolavda kalabilirsin, ücreti de 100 peso' deyip çekip gittiler. Öylece bakakaldım arkalarından. Ortam süper ama ortalık dökülüyor, bir gram yiyecek yok. Bir de bu adamlar beni burda sevse kimsenin ruhu duymaz deyip çantayı sırtlanıp aynı yolu yürüyüp, yine bir dolmuşa atlayıp Bacalar kasabasına gittim. Şans bu ya, yürü allah yürü -bu arada Meksikalılar yol tarifinde Türklerden farklı değiller valla- zar zor bir yer buldum orasıda acaip pahallı çıktı. Hay başlarım Bacalar'ına da lagününe de derken yoldan geçen Hollandalı bir backpacker kız, elinde harita ucuz bir pansiyon arıyormuş. Allah razı olsun gönderenden deyip peşine takıldım ve bir ailenin işlettiği hostel değil de işte yatak ve tuvaleti olan bir mekana çantayı atıp, Lenka (kızın adı oluyor) ile yemek, bira olayının ardından lagünün sularına atlayıp biraz rahatladım.

Neyse, yarın Tulum'a gidiyorum, yani sahile. Oradan da Cozumel'e dalışa. Kıskananlar çatlasın :)

6 Aralık 2010

PUEBLA - OAXACA

Önce neden şeker şehir Puebla dediğimi açıklayayım. Burada bir sürü renki renkli şekerlemeler satan dükkan var ve hepside şeker tadında. Puebla ayrıca çukulata, acı biber ve sarmısak dahil 20 küsür baharatın karışımıyla yapılan Mole Poblano sosuyla ünlü. Hemen burun kıvırmayın da deneyin. İyisi gerçekten lezzetli.

Meksika’da birçok yer gibi, Puebla da renkler cenneti. Aynı renk iki binayı yanyana görmek imkansız. Koloniyal dönemde yapılan bir çok bina hani arabalar olmasa insanı 18. yy’a götürüyor. Pueblanın yolları gerçekten taştan bu arada, Şehrin meydanında, Meksika’nın her şehrinde, kasabasında halkın bir araya geldiği meydan var. İnsan Ah! Ah! diyor neden bizde de böyle meydanlar yok, acaba insanlar bir araya gelip zararlı fikirler! üretmesin diye mi? Her daim müzik, palyaço gösterisi ve dans gösterisine rast gelmek mümkün. Hani Küba müzik ve dans cenneti diye bilinir ya bence Meksika’nın yanında halt etmiş. Meksika’da müzik her yerde karşınıza çıkıyor. Adamlar ölülerin geri geldiğine inanılan ölüler gününde ‘dia de les muertos’ bile, sabahlara kadar müzik yapıp, içip eğleniyorlar, daha ne olsun :)
Konu çok dağılmadan, Puebla’’ya dönelim yine. Sadece şekerleme, mole poblano ve koloniyal binalardan ibaret değil Puebla. Hafta sonları kurulan sanatçı pazarı, sokak gösterileri ve konserleri, tasarım eşyaların satıldığı sokağı ve müzeleriyle 3 geceyi hak ediyor. Ben Amparo müzesine gittim. Pre-hispanic donemden koloniyal döneme kadar bir çok eserin yanı sıra modern sanat örnekleride var. Benim gittiğim zaman Fransız enstalasyon sanatçısı Anette Messager’in şahane sergisi benim gibi modern sanattan anlamayan birisinin bile ilgisini çekti.
Gece çıkacaksanız Barrio del Artista sokağındaki mekanları deneyebilirsiniz. Ben Puebla’da üç gece kaldım. Yetti bana.
Sırada Oaxaca var. He, he, telafuz edemediniz di mi. O halde okumaya devam.
Hadi sizi uğraştırmayayım çok. Wahaka diye okuyacaksınız.Oaxaca, Puebla'dan 4 saat mesafede yer alıyor ve Oaxaca eyaletinin başşehri. Puebla'dan sonra çok farklı bir şehir. Meksika'nın gerçek özelliklerini yansıtan bir şehir Puebla. Burada koloniyal mimari pek göze çarpmıyor. Daha çok iki katlı Meksika tarzı yapılar var.
Meydanı her daim hareketli. Benim gittiğim hafta sonu belediye yönetimi değiştiği için canlı bir konser vardı. Konser güzeldi ama bir süre sonra öyle kalabalık oldu ki izlemeye devam edemedim. Konsere sadece belli bir kesim değil, yaşlı, genç, çocuklu, çocuksuz herkes geldi. Zaten Meksika'da her daim yaşanan durum bu. En ufak bir kutlama olsa herkes dışarda.
Meydanda konser
Oaxaca'da bir çok pazar var, nitekim şehrin tamamı pazar yeri gibi. Bu kadar çok şeyi kim alıyor anlamıyorum. Bu pazarların en hareketlisi olan 20 de Noviembre (20 Kasım) pazarına gittim. Pazarda yok yok, aklınıza gelken herşey satılıyor. Yöresel yemekleri tatmak istiyorsanız, yine bu pazarı tavsiye ederim. Onlarca yemek büfesinde Meksika mutfağının gerçek tatları mevcut.





Oaxaca'da ilk gün biraz şehri gezdikten sonra ertesi gün 15 dk. mesafede yer alan ünlü Zapotec şehri Monte Alban'ı ziyaret ettim. Merak edenler internetten baksın artık. Ertesi gün, bir tur satın alarak, dünyanın en geniş ağacının bulunduğu (çapı 14 m. çevresi 52 m.) Tule, kilimlerin kök boyalarla ve el tezgahlarında dokunduğu Teotitlan, Pamukkale'nin yanında cüce kalan, traverten oluşumunun bulunduğu Aqua Hierva ve Monte Alban'dan sonra başkent olan ve yenilikçi mimariye sahip Mitla antik şehrine gittim. Gezinin son durağı bir mezcal fabrikası oldu. Burada mezcalin nasıl üretildiğini (bkz. Meksika hakkında merak edilenler sayfası) gördükten sonra ikram edilen mezcallerin hepsinden ve hatta içmeyenlerinkini de içerek bi güzel kafayı buldum. Vallahi mezcalin 5 yıllık ve 8 yıllık olanı (anejo yani yıllandırılmış) bir güzel geldi ki sormayın.
Bundan sonra kalacağım iki gün için couchsurften bulduğum, şehre yarım saatlik mesafede yaşayan genç Mekskalı Pedro'nun evine yerleştim. Orada kalan iki Kanadalı Alena ve Cathy ile de böylece tanışmış oldum. Son günde evde kalarak hem biraz dinlendim hem de oturup bu blog işini halletmeye başladım.
Buradan sonraki durak, 11 saat gece yolculuğu ile ulaştığım San Cristobal de Las Casas. Görüşmek üzere, sağlıcakla kalın.

5 Aralık 2010

Meksika hakkında merak ettikleriniz

Meksika pahallı mı?                                                                                                                             
Çok ucuz sayılmaz ama İstanbul’dan sonra her yer ucuz geliyor bana. Ama yine de şöyle söyliyeyim, yeme içme ve gece hayatı ortalama İstanbul’un yarısı (genel ortalama bu, Meksika City biraz daha pahallı) Örnek mi bir bira 3-5 TL karın doyurmak 5-15 TL. Konaklama için dormda 10-15 TL, oda için (kişi başı) 20-25 Tl yi gözden çıkarmak lazım. Bu fiyatlara, kahvaltı ve genellikle ücretsiz wireless / wifi dahil. Yani kısacası günlük ortalama 60 TL bütçe ayırmak lazım, ulaşım dahil herşey için.
Hatunlar nasıl? 
Yabani değiller..Duyun bunu memleketimin kızları : )) İletişim rahat. Genellikle hafif tombiş, kısa boylu ve çok esmerler. Ama arada esmer veya mestizo (melez) türünün çok iyi örneklerine rastlamak mümkün.
Ya erkekler?                                                                                                                                      
Dünya liginde alt sıralarda gezdiklerini söyleyebilirim. Üstelik maçolar (niye üstelik dedim ki ben şimdi, maçosever biçok kız tanıyorum itiraf etmeseler de )
Yaramazlık yapmak kolay mı?
Ben bilmem kolay mı değil mi, onu da gelin siz keşfedin artık. Ben sizin şeyinizin şeyi miyim?
Gördüklerim benim olsun, ya yeme içme?                                                                                        Sokaktan ananas aldığınızda bile ‘acı istermisin’ diye sorulan bir ülkede elbette acı, yemeklerin tacı. Ülkede bilumum sebze yetişmesine rağmen sebze yemeği yok gibi. Sebzenin görevi etli yemeklere garnitür olmak burada. Ama restoranlarda verilmesede hemen her marketten peynir, domates, ekmek alarak Türk kahvaltısı özleminizi giderebilirsiniz.
Neler mi yenebilir? Bi kere her yemeğin demirbaşı tortilla (tortiya diye okunuyor) denen mısır ezmesinden yapılan bir tür lavaş. Buğdaya alışmış memleketten gelenler için tadı başlangıçta garip gelse de zamanla alışılıyor. İnsan nelere alışmıyor ki! Küçük tortilllaların üstüne et, tavuk ne isterseniz koydurup birde garnitür sebze ve acı eklediniz mi oldu sana taco. Yok, torttillanın daha büyük ve yumuşak olanını içini aynı şekilde doldurup sigara böreği gibi sararlar ve avokado sosuyla getirirlerse enchiladas oluyor. Yine tortillanın içine peynir ve isteğe göre malzeme koyup pişirirlerse quesedilla deniyor. Sadece peynir veya patates veya et koyup kızgın yağda pişirirlerse (bir nevi çiğ börek) empanada, sandviç ekmeğinin içini tıkabasa istediğiniz malzemeden (ızgarada pişirdikten sonra)) doldururlarsa torta oluyor. Kızartılmış kıtır tortillanın üstüne fasulye ezmesi -neredeyse her yemekte kullanılıyor- üstüne peynir ve yeşillik kondumu tostadayı kenarından kenarından tırtıklayarak götürebilirsiniz.
Çay poşet tabi ama kahve gırla. Minik marketlerde, dükkanlarda bile her daim amerikano mevcut ve hediyesi 1,5 TL. Türkiye! Türkiye! duy sesimi. Nescafe denen renkli suya bile lüks muamalesi yapılan, Türk kahvesinin bile fahiş fiyatla satıldığı güzel ülkemde yediğim kahve kazığının acısını burada her daim kahve içerek çıkardım. Biraz daha kaliteli kahve için 2,5 TL yi gözden çıkarmak lazım.
Bu yemek konusu çok uzun konu. Yazmaya başlansa bir blog çıkar bu konudan. En iyisi mi bu konuyu burda noktalamak ve uyuzluktan kurtulup tadları keşfetmek en iyisi derim.
Güvenli değil diyorlar Meksika için?                                                                                              Bunu diyenler genellikle, bir iki duyum, bir gazete veya TV haberinden yola çıkıp ve yine genellikle bu ülkeyi görmemiş, görsede turist otobüsünün camından etrafı izlemişlerden çıkıyor.
Elbette 110 milyon nüfusun olduğu bir ülkede her türlüsü var. Gidilmesi tavsiye edilmeyen, dikkatli olunması gereken bölgeler, mahalleler her ülkede – bizzatihi kendi ülkemizde de olmak üzere- mevcut. Bunun dışında, özellikle kalabalık mekanlarda cüzdanlara, telefonlara, laptoplara dikkat etmek lazım.
Eğitim (İspanyolca) şart mı?                                                                                                           Vallahi eğitim olmasada birkaç yüz kelime ve birkaç düzine faydalı cümleyi bilmek şart. Bazı turistik mekanlar da dahil olmak üzere İngilizcenin fayda etmediği ve çaresizce mimik ve jestlerle anlaşmak zorunda kalacağınız yerler olabilir ve olacaktırda. Üşenmeyin, çalışıp gelin. Hem İspanyolca kolay ve zevkli bir dil. Ayrıyeten sadece Meksika değil tüm Latin Amerika’da ihtiyacınız olacak.
Tekila efsanesi nedir? Bir de Mezcal diye bişey varmış?                                                                    O bişey dediğiniz Mezcal tekilanın abisi olur. Her tekila mezcal olmasına rağmen her mezcal tekila değildir. Tekila, sadece agave bitkisinden ve Jalisco bölgesinde elde edilir ve birden fazla kez damıtılır. Mezcal birçok kaktüs türünden ve birçok bölgede elde edilir ve sadece bir kez damıtılır. Meksikalılara göre ‘Tekilayı yabancılar, mezcali Meksikalılar içer’ Öyle diyorlar, ben onların yalancısıyım valla. Bizim bildiğimiz birkaç marka tekila var ama burada dinlenmişinden, yıllanmışına onlarca tekila ve tabi mezcal var.
Hava nasıl oralarda, üşüyor musun?                                                                                                  Cevap veriyorum, evet. Öyle yarı tropik yere gidiyorum diye cıbıldak gelirseniz kı.ınız donar vallahi.Sabah ve güneş battıktan sonra, özellikle yüksek rakımlı şehirlerde (Mexico City, Oaxaca, San Cristobal gibi) mont yada ince polar şart. Meksika’da birden fazla iklim kuşağı var (yarı çöl, yarı tropik ve tam tropik)
Şehirlerarası ulaşım için ne dersin?                                                                                                   Derim ki, kısa mesafelerde 2. sınıf (yani ucuz otobüs) olur ama uzun yolculuklarda birinci sınıfı (merak etmeyin, en lüksü değil bu sınıfı) tercih edin. Rahat ve güvenli. Fiyatlar Türkiye’den % 20 -30 daha ucuz. Uçak, seyahat edenler (dikkat edin tatile gelenler demedim) için biraz tuzlu. Bazı rotalarda tren var ama seyahat süresi uzun. Neyse işte, karar sizin.
Laptopumu getireyim mi?                                                                                                                  Getirirsen iyi olur. Meksika’da birçok hostel ve kafede ücretsiz veya çok ucuz wi-fi var. Ama getirmezsen de kullanım ücretleri düşük.
Eee, Meksika’nın kuzeyi için bişey demiycek misin?                                                                            Yok, demiycem. Eğer tekrar Meksika’ya gelirsem, oralarıda gezer öyle derim. İşkembeden sallamak yok. Ama size kıyak olsun diye bir rota önereyim bari ; Morelia – Patzcuaro – Guadalajara - Guanajuato - San Miguel – Queretero. 
Son söz olarak ne söylemek istersin?
Hasta luego derim. (Bunun anlamını da bi zahmet kendiniz öğrenin artık). Ayrıca o kadar meraklıysanız kaldırın bir tarafınızı da gelin buralara. Yok öyle uzaktan seyretmek : )