2 Mart 2011

ORTA AMERİKADAKİ İSVİÇRE – COSTA RİKA

Bu sefer sizi yine şaşırtıp, başlığın içeriğini yazının başında açıklayacağım. Nasıl, şaşırdınız dimi : ))
Niye İsviçre? Çünkü, O biir İsviçre gibi dağları ve ormanları ile ünlü, O biir İsviçre gibi Orta Amerika’nın en yüksek refah seviyesine sahip ülkesi, O biir İsviçre gibi suya sabuna dokunmayıp Orta Amerika'daki çatışmalardan uzak duran ülke, O biir İsviçre kadar kazık bir ülke. Bayanlar, baylar, karşınızda Costa Rica. Pura Vida!

Bu pura vida nereden çıktı derseniz, onu da açıklıycam hele bir sabredin, da!. ‘Pura vida’ nın tam karşılığı ‘pure life’ yani ‘saf hayat’. Buranın halkı kendi yaşam tarzı için bu tanımlamayı uygun görmüş. Bu deyim o kadar yaygın kullanılır olmuş ki insanlar birbiriyle selamlaşırken bile bu deyimi kullanır olmuşlar. Dolayısıyla, ‘Costa Rika, pura vida’ bir tamlama (isim tamlaması) olarak ülkenin resmi adı gibi bir şey anlayacağınız.

Tabiat ana bu ülkeye oldukça eli bol davranmış. Ülkenin yüzde 25’i milli park, kalanı da yeşilden geçilmiyor. Buna bir de heybetli volkanları ve plajları ekleyin, gölleri çıkartın ve üçle çarpın işte size Costa Rika. Doğru dürüst dört şehir var ülkede. Gerisi hep ormanların arasında, berisinde, ötesinde yerleşimler şeklinde. 

Nikaragua’dan çıkıp, Costa Rika’ya duhul olunca, ilk durak Rio Celeste milli parkı olsun dedik. Keşke demez olaydık. Bu ülkede özel araç o kadar yaygın ki, otobüs sistemi çok fazla gelişkin değil. Bir de kime sorsak farklı bilgi veriyor ulaşım hakkında. Neyse, güç bela üç araç değiştirerek Bigajua’ya vardık. Bigajua, milli parka 15 km. ama araçlar sizi götürüp getirmek için 60 USD istiyor. Yok artık, dedim ben. Tabi içimden. Ulan parka giriş 10 dolar, gidip gelmek 15 dolar (4 kişiyiz ya ondan 15). Dedim ya, İsviçre işte. Allahtan 4 kişiyiz de, seve seve! kabul ettik fiyatı. Neyse, sabah erkenden bir kalktık ki hava yağışlı. Tamam şeker değiliz yağmurda eriyelim ama bu nehre adını veren celeste rengi ( acayip bir mavi işte, tam olarak ne olduğunu anlamak isterseniz yerin adını yazıp gogıllayın).volkanik külün suya karışmasından oluşuyor ve de yağmur yağdığında bu rengi görmek mümkün değil. Üstüne üstelik bu havada nehrin döküldüğü lagünde yüzmekte pek keyifli değil. Durum böyle olunca, ‘boşver, en azından 30 dolarımız cebimizde kaldı’ diye kendimizi teselli edip diğer bir doğa harikasına, dünyaca ünlü Monteverde milli parkını görmek üzere yola çıktık. 

Tekrar in-bin yapıp öğleden sonra Monteverde’ye geldik. Amanın, burası diğer yerden de pahallı. Tabi bu pahallılık Orta Amerika ölçeğinde, her zamanki gibi İstanbul’dan ucuz. Yine her zamanki gibi İtalyanlar yemek işine el koyunca bütçeyi deldirmedik. Bu arada bir hafta sonra yollarımız ayrılıyor yol arkadaşlarımla. Bu durumda yemek işini nasıl çözücem, bilemiyorum.
Tek seyahat etmenin en kötü tarafı da bu. Alışveriş yap, pişir, bulaşık filan derken olmuyor işte. Bir de ne alsan kalıyor, kalanları yanında taşımakta bir bela. Konaklamada sorun tabi. Her yerde dorm bulunmuyor o zaman oda fiyatı çok koyuyor adama. Keza, takside öyle. Ama diğer yandan yalnız seyahat etmenin keyfide başka. Kimseye bağlı olmadan plan yapabilirsin. Aa!
Aynı hayat gibi.Gerçi yalnız kalmak istemezsen her daim birileri çıkıyor karşına yarenlik yapacak.

Monteverde inanılmaz güzellikte bir doğal park

Monteverde bölgesinde, Monteverde ve Santa Helena (İspanyolcada ‘h’ telaffuz edilmiyor) milli parkları, Arenal volkanı ve bir sürü başka görülecek yer var. Ha, bir de burasını meşhur kılan kanopi olayı. Of, sizde hiçbir şey bilmiyorsunuz. Hani ağaçlara bağlı çelik halatlar üzerinden kayarak gidiyorsunuz ya, o işte kanopi. Bildiniz mi? Ama burası dandik kanopi yeri değil. Bir başlıyorsunuz, 15 ayrı hatta uçuyorsunuz (en uzunu bir km.). Ayrıyeten, tarzan sallanması ve süpermen uçuşu var. Ederi, 40-45 amerikan kaymesi. Tabii ki bunu da es geçtim ben ama siz yapın, sizde para vardır kesin.

Monteverde'de ortak yaşam
Kanopiyi yapamasam da Monteverde milli parkını görmeden gitmek ayıp olurdu. Bu arada, şansımıza iki gün yağışlı ve soğuk olmasın mı. Allahtan son gün hava açtıda parka gidebildik. Monterverde milli parkı, dünyada mevcut bitki örtüsünün yüzde yirmisine ve omurgalıların yüzde on altısına mekan olmuş, ultra etkileyici bir park. Endemik yaşam, simbiyotik yaşam, grup olarak takılmaca, ne ararsan var burada. Gerçi, milli parkın sadece yüzde üçü ziyarete açık olduğu için yazılanların çoğunu göremeseniz de, gördükleriniz çok etkileyici. Öyle bir yağmur ormanı ki, parkın farklı bölgelerinde farklı mikro iklim özellikleri barındırıyor. Uzun lafın kısası ben dünyaca meşhur Monteverde milli parkına gittim. Siz de ancak buradan okumakla yetinin, ahhahhah...

Milli park vazifeside icra edilince, sıra plaj farzına geldi. Bunun için istikamet Nicoya yarımadası. Yarımadada bir sürü plaj var. Bunlardan Mal Pais ve Santa Teresa, dalga sörfü yapanlar için çok meşhur plajlar. Bizim dalga sörfü yaşı çoktan geçtiği için, sadece dalga geçenlerin gittiği Montezuma’ya kapağı attık. Anaa! burası Monteverde’den daha pahallı. Bu durum her seferinde artarak gidiyorsa kabak gibi oyulduk demektir. 35 derece nemli sıcakta 20 kiloluk çantayla dolaşıp iki saat kalacak uygun bir yer arayınca, bir an için bu yolculuğu sonlandırıp eve dönmeyi düşünmedim değil valla. Neticede, uygun fiyatlı (kişi başı 10 dolar) ve deniz kenarında yer alan bir hostel bulunca fikrimi değiştirdim tabi. Aslında bu açıklamaya gerek yoktu hiç. Zira eve dönmüş olsaydım sizde şu anda okuduklarınızı okumuyor olacaktınız. Düşünce şeklimin inceliğini fark ettiniz değil mi : ) Ertesi günü şelale ve plaj keşfi yürüyüşü ile oldukça çabuk geçti. Yemek sorununu, ocakta Tommy, alışverişte Paola ve bulaşıkta bendeniz Mutlu olmak üzere dahilde çözdük.

Montezuma denizi hırçın bir deniz
Son gün, buraya kadar gelmişken, meşhur Mal Pais ve Santa Plajlarını görelim diye atladık otobüse vardık Mal Paise’e. Başta burada kalmayı düşünmüştük ama bunun pekte iyi bir fikir olmadığını buraya gelince anladık. Tamam, plajların hakkını verelim. Plajların uzunluğu 3-4 km. yi buluyor ama her daim dalgalı. Yüzmek zor zanaat burada. Plaj dışında otel, restoran ve barların sıralandığı bir yol var upuzun. That is all! Bana uymaz yani. Dönüşte otobüs beklerken, otostop yaptık ve Costa Ricalı bir abi bizi aldı cipine. Abi, bir yandan sohbet ediyor, bir yandan da birasını içiyor aracı kullanırken. Neyse, bize de bira ikram edince bu durumu garipsemedik artık.

Santa Teresa. Plaj harika ama denizde yüzmek zor
Pansiyonda sevgilisiyle kalan Polonyalı bir kızın doğum günüymüş. Yemekten sonra bir masanın etrafında 7-8 kişiyiz. İnsan sayısı ve masadaki şişe sayısı artınca ben yavaşça uzadım yatağa. Sabah 5’te kalkıp yola çıkıcaz. Sabahın köründe kalkıp kahvemi içtim bizim İtalyanları bekliyorum. Allah Allah! Gelen giden yok. Gidip kapılarını çaldım ki Tony bulut gibi. Eşeğin gözüne su kaçırmışlar dün gece. Haydaa! Napalım olur böyle şeyler deyip, yatağa gitmektense, güneşin doğuşunu izleyip, fotoğraf çekip, yüzüp, sonrasında da şahane bir kahvaltı yapıp bu durumu pozitif bir hale getirmeyi başardım. Gördünüz ya dostlarım, bu kıta beni bile yumuşattı : )) Son günü, Montezuma’da sonsuz bir rehavet içinde geçirip ertesi sabah yola çıktık.

Yer: Montezuma, Saat: Sabahın körü
Aynı gün, öğleden sonra. Yer, Manuel Antonio. Yine kalacak mekan arıyoruz. Hava sıcak ve nemli. Costa Linda Hostel iyi bir seçim ama yer yok. Tony ve Paola makul bir oda buldular kendilerine. Ben ise, yalnız bir backpacker olarak kendime inşaatı henüz tamamlanmamış boş bir dormda bir yatak bulabildim kendime. (yazarın göz yaşları akmaktadır, fırça sakal tüylerinin arasından) Bu sünger yataklardan nefret ediyorum. Yatağın her bir tahtasını hissediyorsunuz omurganızda.

Manuel Antonio'nun maymunları tam maymun olmuşlar : ))

Ertesi gün, Costa Rika’nın en küçük ikinci doğal parkındayız, yani Manuel Antonia’da. Valla, açıkça söyleyeyim mi Monteverde’den sonra burası hikaye. Amma velakin, parkın içindeki plajlara diyecek yok. Hele bir de, ortalıkta dolaşan maymun ve rakunlara rastladınız mı o kadar da kötü değil yani. Bu görevde yerine getirildikten sonra ben Costa Rica’daki son durak olan Puerto Viejo’ya, İtalyanlarda Uvita’ya doğru yola çıkıyorlar. Doğru bildiniz, yaklaşık bir buçuk aylık beraber seyahat ettiğim ve de pek sevdiğim Paola ve Tommy’den ayrılma zamanı. Öyle duygusal bir vedalaşma olmadı, nasıl olsa Panama’da yine karşılaşırız diyerekten.
San Jose aktarmalı, Puerto Viejo yolculuk 9 saat sonra sona erdiğinde ben de sona ermiştim. Aynı otobüste seyahat eden ingiliz çift Marc ve Samara çok şeker tipler çıktılarda sohbet iyi oldu yolculuk boyunca.

Puerto Viejo
Puerto Viejo, Costa Rika’nın Karayip kıyısında Panama sınırına yakın, oldukça keyifli bir kasaba. Burada ne yapılır derseniz, sörf yapılır, bisiklet kiralanıp etraftaki plajlara gidilir, içilir ve gayet güzel yatılır. Ben, sörf hariç hepsinden tadımlık olarak yaptım. Ama önce kaldığım yeri anlatayım. Mekanın adı Rocking J’s. Adı gibi yıkılıyor mekan. J, (gerçek adını hiç sormadım valla) amerikalı çılgın bir abi. Dokuz yılın sonunda oldukça ilginç bir mekan yaratmış. Adı hostel ama kapasite 250 kişi. Onlarca çadır, hamak ve oda var kalmak için. Herkes bütçesine göre bir yerde kalıyor. Ben öyle hamak, çadır filan almadım, kıydım paraya, dormda bir yatak kiraladım J . Hostelin her köşesi bir ayrı bir alem. Yerlerdeki mozaikler, duş-tuvalet kapılarındaki grafitiler, üzerinde binbir objenin bulunduğu ve şeffaf vinille kaplanmış masalar ve odalardaki kocaman aynalar burayı grotesk bir yer yapmış. Sahi, grotesk ne demekti ya! Eklektik mi olacaktı yoksa? Neyse işte, ilginç olmuş neticede.

Rocking J's. Kaldığım hostel
İlk akşam, İsviçreli iki delikanlı ve bir Amerikalı abla ile siyaset ve dünyanın ahvali üzerine keyifli bir sohbetle geçti. Ertesi gün ise, internet, kasaba turu ve fotoğraf aktiviteleri ile geçti. Kaldığım yatakhane 4 kişilik. Benden başka 2 genç Alman var. Arkadaşlarda her türlü cephane var. Bu durumda kaçınılmaz olan oldu ve gece Mango barda sona erdi. Tavsiye edilir bir mekandır, gidile. Hani hiç türk görmedim diyordum ya, ertesi gün benim ranzanın üst katına bir türk gelmesin mi. Arkadaş, Viyana’da okuyan bir genç. Adı Özgün. Sömestire tatilini baştan sondan çekiştirmiş, 5 haftalık hızlı bir tura çıkmış Orta Amerika’da. Helal olsun valla, benim gibi sonradan görmelerden olmayacak. Anneler, babalar, sözüm sizlere. Çocuklarınız 20 sine geldi mi vurun tekmeyi kıçlarına, gitsinler biraz dünyayı görmeye. Paralarını da kendileri biriktirip gitsinler (ama uçak parasını siz verin bari). Bir sürü gavur böyle yapıyor. Ne o öyle yarış atı gibi, dur durak olmadan oku oku, sonra ne istediğini bilmeden üniversiteye gir,askerlik yap ( kızlar niye askerlik yapmıyor, haksızlık değil mi bu) iş bul, evlen, ev kredisi taksidi öde, çocuk yap, yaşlan ve öl. Olur mu böyle hayat! Bırakınız şaapsınlar, bırakınız gezsinler efendim, dimi ama yani.

Pisiklet sürerken. Gördüğünüz gibi çok aktifim.

Son günümde, pisiklet kiralayıp Puntsa Uva (üzüm noktası) ya giderek Puerto Viejo’yu noktaladım. Üzüm noktası ve noktaladım esprisini anladınız dimi. Hadi ya! Anlamadınız mı? Ertesi sabah, toplanma bölgesini, otobüs garajı ve hedefide Panama olarak belirleyip huzurlu bir uykuya daldım. Bilenler bilir, benim Panama’ya girmek sorunsalım var. Bilmeyenler, önceki bölümler okunacaaak. Oku!
Konuyla alakası yok ama olsun, güzel foto. Ben çektim tabi

Hiç yorum yok: