17 Ocak 2011

EL SALVADOR

Merhaba sevgili arkadaşlar, merhaba yeni doğan güneş, merhaba pırtlayan tomurcuklar, merhaba Jose amca, merhaba Martha teyze, merhaba güzel insanlar. Anlayabileceğiniz gibi bana bir haller oldu El Salvador'da. Ich bin ein El Salvadorian!

Yani bu kadar olmasa da sevdim ben El Salvador'u. Ben El Salvador'un her şeyinden ziyade insanlarını sevdim. Aslında gitmeden önce bir sürü traveler 'aman abi gitme oraya, acayip tehlikeli yer' filan diyordu ama inanır mısınız kendimi en güvende ve rahat hissettiğim ülke El Salvador oldu. Bu güvenlik konusu şöyle belirleniyor bir ülkede. Mesela diyelim ki, Diyarbakır'da birtakım şiddet olayları yaşanıyor ve bu dış basına yansıyor, Türkiye anında tehlikeli ülke oluyor. Hele işin içinde güme giden birkaç turist varsa ayvayı yedi ülke. Yahu kardeşim, Türkiye kocaman ülke, bir yerde olay var diye tüm ülke için nasıl tehlikeli dersin? Ama n'apıcan böyle durum. Aynı şey El Salvador için geçerli. 1980-1994 arasında süren iç savaştan sonra bazı gerilla grupları çeteler kurmuş ortalığa dehşet saçıyorlar. Ama bu dehşet kendi aralarındaki çıkar çatışmalarından kaynaklanıyor genellikle. Yani birbirlerini doğruyor bu adamlar. Son yıllarda alınan önlemlerle sadece belirli bölgelerde yaşar hale gelmişler. Dolayısıyla bulunmamanız gereken yerde değilseniz sorun yok.


Gelde bu abiyi sevme

Ya da bu çocukları

El Salvador halkı, turistlere oldukça samimi, dostane ve dürüst yaklaşıyor. Kesinlikle çok yardımseverler. Fiyatlar konusunda burada kazıklanıyor muyum duygusuna kapılmıyorsunuz. Elbette istisnalar kaideyi bozmuyor. Herkes birbirini yolda selamlıyor. Ve insanlar gülümsüyor size gülen gözlerle.
Monterico'da hayal ettiğimiz plajı bulamayınca ilk durak plaj olsun dedik ve herkesin ağzında sakız olan El Tunco plajına gitmeye karar verdik. İki sınır kapısı ve 3 otobüsten sonra akşam üzeri El Tunco'ya vardık. Ara ara yer yok, zaten yorgunuz, tam n'apıcaz derken oralı bir abi 'gençler, yer arıyorsanız bizim evin iki odası pansiyon, fiyatlarda uygun' deyince hem abiye kıyak olsun hem de bu saatten sonra bir yer aramak zor diye odalara yerleştik. Abi, evin 2 odasını pansiyon yapmış, kendisi karısıyla, hem mutfak, hem yatak odası hem de oturma odası olarak kullanılan bir yerde kalıyor. N'apsın işte hayat zor.
Ertesi gün başkal bir yer bulup (Otel Pupa) oradan ayrıldık. Buranın harika düzenlenmiş mutfağı var. Hal böyle olunca, bir gün Tommy ve Paola balık yaptı, ben de ertesi gün taze fasulye (nerdee bizdeki fasulyeler) ve pilavla rövanşı yaptım.

Önde duran balığı biz yedik

Plajlardan yana şansımız yok galiba, buranın denizi dalga sörfü yapanlar için ideal ama bize hiç uymadı. Dalga sörfü yapılan plaj demek sahile yakın kısımlarda kırılan dalgalar var demek, bu da öyle kolay kolay yüzülen bir deniz olmaması demek. Düşünsenize siz yüzmeye çalışıyorsunuz habire 1-2 metrelik dalgalar sizi dövüyor. Sörf yapıyorsanız günün hemen her saati dalga var.

Bakıp bakıp giremeden dönüyorsun böyle

Ya da kıyıda böyle tepişiyorsun

Biz kendi dalgamızı etrafta gezip, yemek yiyerek geçirdik. Gece hayatı için birçok alternatif var ama plajdaki barları ihmal etmeyin derim. Özellikle hafta sonları gelen El Salvador halkıyla karışmak için gayet uygun yerler :) 2 gün deniz havası aldıktan sonra Ruta de las Flores yani 'Çiçek Rotası'na gitmeye karar veriyoruz. Çiçek rotası yabani çiçeklerin yetiştiği, birbiri ardına sıralanmış 3-4 kasaba-şehirden ibaret bir rota. Biz JuaYua'da kalıp -ki bölgedeki en büyük yerleşim ama siz büyük dediğime bakmayın kasabadan hallice işte- günlük olarak Apaneca ve Ataco'yu ziyaret ettik. İçlerinde en küçüğü ve en sevimlisi Ataco bence. Adamlar bütün binaları, duvarları tuval niyetine kullanıp şehri açık hava sanat galerisine dönüştürmüşler. Abartıyorum tabi, resimler sanat eseri değil ama kasabayı şeker bir yer yapmaya yetmiş. Elektrik direkleri bile desenlerle bezeli. Tek sorun, gelen gidenin azlığından mekanların çoğu hafta içi kapalı.

Nerdeyse bütün kasaba böyle resimlerle bezeli

Apaneca, o kadar sevimli değil ama kasabanın çevreleyen bölgede 3-4 saatlik
yorucu olmayan treking yapıp hem Starbucks'ta içtiğiniz kahvelerin yetiştirildiği kahve şeylerini (kahve neleri denir ya, bağları olmaz ) görebilir hem de krater filan derken bacakları çalıştırmış olursunuz.

Starbucks'a çalışan bir El Salvadorlu


Gelmezseniz sadece fotoğraflarına bakarsınız böyle

Juayua'da ne var derseniz, her pazar günü meydanda kurulan gastronomi fuarı var. Fuar dediğime bakmayın, çeşitli yörelerde yapılan yemeklerin satıldığı, şarkılı, türkülü bir şenlik aslında. Ortam harika, çocuklu çoluklu herkes orada. El Salvadorlular müziği seviyorlar ama Meksika'daki kadar dans edilmiyor nedense burada.Ha, bir de şehir merkezine 15 dakika yürüyüş mesafesinde birbiri ardına sıralanmış küçük küçük şelaleler var. Şelaleler küçük ama işlev yerinde yani buralarda çimebilirsiniz. Ez cümle, Ruta de las Flores'e gidile..


Juayua'da yemek festivali

Başka neresi var gidilesi derseniz, Suchitoto ve Alegria derim. Biz Suchitoto'ya gittik ama Alegria çok ters tarafta kaldığı için gidemedik. Suchitoto'ya giderken, bari yolumuzun üzerinde, San Salvador'a da uğramadan geçmeyelim diye düşünüp bir gece bir gün başkentte kaldık. San Salvador, garip bir yer. Şehrin merkezi tam bir karmaşa. Kalabalık, gürültülü, bol egzoz dumanlı ve de oldukça döküntü. Şehir merkezleri güzel olur durumu burada geçerli değil. Burası kalmak için de pek uygun değil, akşam gezmek içinde. Ama bence gündüz gözüyle bir-iki saat geçirmeden ve buraları kendi gözlerinizle görmeden ayrılmayın. Nede olsa orasıda hayatın gerçek bir parçası.

San Salvador'un merkezi hep kalabalık

İki İtalyan, bir Türk en iyi ne yaparlar? Ne yapacaklar, midelerinin keyfinin peşine düşerler. Buradan otobüse binip (bu arada EL Salvador'da otobüs yolculuğu çok ucuz) şehrin öbür ucundaki Parque de Balboa'da pupusa yemeye pupuseriaya gittik. Tekerleme gibi oldu dimi :) Pupusa El Salvado'run geleneksel yemeği. Mısırdan yapılan hamurun (bazen de pirinç) içine peynir ve isteğe göre et, tavuk koyup kızgın yağda pişiriyorlar. Yanında acı turşuyla harika oluyor. Yani bir nevi kapalı tortilla. Kesinlikle tavsiye olunur. Pupuseria ise pupusa satılan yer demek, anladınız mı şimdi.

Yukarıda açıkladık ya!

Mideyi pupusa ile mutlu edince, biraz eritelim diye 2 kilometre ilerideki Puerta del Diablo'ya (Şeytan Kapısı) yürüyelim dedik ama yokuşu görünce vazgeçip otostop yaptık. Valla bu memlekette, en azından turistlere duruyor arabalar. Niye Şeytan Kapısı deniyor bilmiyorum ama 2-3 tane Mirador (gözlem noktası) var burada. Oralara çıkıp etrafı seyrediyorsunuz. Otostop yapmayı özlemişim, dönüşte de Paola ve Tommy'nin itirazlarına rağmen başparmağı salladım ve bir pikap durdu. Ellilerinde bir çift var önde. Bize de arkaya atlayın dediler. Bizimkilerin keyfi başta yerindeydi ama amca geldiğimiz yol yerine başka bir yola girip aksi istikamete doğru ilerleyince bizimkilerin hafiften tırstığını hissettim. Öndekilerle de irtibat yok, niye buradan gittiğimizi de soramıyorlar, iyice durgunlaşıverdiler :) Ben mi, yok canım, hah! niye korkayım ki. Yani tepeden şehri görüp uzaklaştığımızı görünce hafiften şey oldu ama çokta bir şey olmadı. Neyse,sonra abi başka bir ucundan şehre girip bizi müsait bir yerde bıraktı da hepimiz rahatladık. Lafın gelişi hepimiz, İtalyanlar demek istedim :)

Tepeden manzara - San Salvador

San Salvador'un merkezi ne kadar dökükse, bizim de kaldığımız Metro Centro bölgesi o kadar modern. Metro Centro, bir alışveriş merkezi kompleksi (Orta Amerika'nın en büyüğü) ve bu bölge, şık restoranlar, barlar, cafelerle dolu. En rahatsız edici tarafı, mini Amerika gibi burası. Ama Allah için, son yıllarda en iyi espressoyu burada içtim. El Salvadorun en büyük gelir kaynakları, kahve, şeker, tekstil ve hermanos lejenos (uzaklarda yani ABD de yaşayan kardeşler) ların yolladığı paralar. Yani burada giderek gelişen bir Amerikanizasyon durumu var. Hatta o kadar ki adamlar milli paraları olan Kolon yerine ABD doları kullanıyorlar. Üzücü bir durum.. Ertesi gün sabah, 1,5 saat mesafedeki kolonyal şehir Suchitoto'ya doğru yola çıktık. Suchitoto, mini minnacık, sevimli, temiz, pak, efendi bir şehir. El Salvador'un sanatçı şehri burası. Çok keyifli oteller, restoranlar ve dükkanlar var ama sorun şu ki hafta içi akşam sekiz oldumu hayat bitiyor. Cuma, Cumartesi oldukça hareketli olan şehir, hafta içi sakin ötesi. Şehirde bir çok yerden kolaylıkla görülebilen harika manzaralı Suchitlan baraj gölü var. Bu su olayı her şehri çok güzel yapıyor gerçekten. Bak şimdi, İstanbul'u özleyiverdim birden. Gerçi İstanbul kışın pek sevimli değil bence. Hava kapalıdır ve soğuktur şimdi orada. Trafik kargaşa içinde, yollar yağmur, çamur, elektrikler kesilir ikide bir. Offf! güzelim şehre bir adam gibi bakamamışız, elli yılda içine etmişiz. Herşeye rağmen İstanbul muhteşem bir şehir bence.

Suchitlan gölü - Suchitoto

El Salvador'da 10 gün kaldık ama ben çok sevdim. Ülkenin sakinliğini, insanların mülayimliğini, samimiyetini ve sıcaklığını, havasını, bu sefer tırmanmasam da dağlarını, kahvesini (benim için önemli bir kriter olur kendileri) sevdim. Peki bu kadar sevdin de niye sadece 10 gün kaldın diye soranlar çıkacaktır (delik dondan) hemen. İşte cevaplar:
1. Ülke minnacık

2. Birinci maddeden dolayı şehirler arası mesafeler kısa yani yol kaybı yok
3. Daha gidilecek çok ülke var.
4. Dördüncüyü öğrenmek için gelecek sayıyı bekliyceksiniz. Hehehe, yine en heyecanlı yerinde kestim. Buralara reklam mı alsam acaba ? Şişşt, blogu okuyanlar, hadi pamuk eller cebe, her türlü reklam itinayla yayınlanır :)
Esen kalın efendim.

Hiç yorum yok: