2 Mayıs 2011

PERU

Sabahın birinde Ekvator sınırına vardık. Allahtan gece otobüsüne binmişim. Ortalıkta üç kağıt çeteleri yok. Tek problem aynı anda giriş-çıkış yapan dört otobüs insan olması. Uzun bir bekleyişten sonra, Peru sınırına ulaştık ve ben büyük bir gururla Peru vizemi gösterdim görevli memura. Ee, o kadar ugraşmışım, para harcamışım. Olacak o kadar! Peru, topu topu iki elin parmakları kadar ülkeden vize istiyor, birisi de Türkiye. (Neyse ki 2013 Haziranında kaldırıldı vize.)
 
Olaysız ve de uykusuz geçen sınır geçişinden sonra sabah sekizde Mancora’ya geldim. Niyetim, deniz kenarında bir gün yorgunluk atıp yola devam etmek. Ancak, otobüsten iner inmez gitmek istedim buradan. Şöyle bir yer hayal edin; Denize paralel giden, kalabalık bir anayol. Sahil tarafında bir sürü restoran ve bar dolu, kara tarafı, çorak bir arazi ve gani hostel ve dükkan. Mancora bir sörfçü kasabası ve benim hiç tarzım değil. Buna rağmen hınca hınç dolu hosteller. Zira dalga sörfü için en iyi yerlerden biri Mancora sahili. Oldum olası sevmedim, sörfçü mekanlarını ve sörf komünitelerini. Ne bileyim, bir g.t kalkıklık durumları var genelde. Su sporu altı üstü. Kasım kasım kasılacak ne var yani. Gerçi outdoor sporla iştigal eden bir çok kişi ki buna dalgıçlarda dahil hepsi çok benzer davranış gösteren insan tiplemeleri. Nedense yaptıkları spor kimlikleri oluyor bir süre sonra. 

Her neyse. Önce kahvaltı-kahve-sigara üçlüsüyle kendime geldim ve sonrasında ilk bulduğum ilk otobüse atlayıp Chiclayo’ya geldim. Chiclayo, canlı, sakin, sevimli küçük bir şehir. Asla turistik değil. İyi tarafıda bu aslında. Gerçi, Trijillo’da Huancahcho denen bir sahil kasabasına gidecektim ama yer bulamadım otobüslerde. Zira dün bu katoliklerin Semana Santa’sı yani Paskalyası başlamış ve herkes bir yerlere gidiyor. Olsun Chiclayo, Trujillo’ya 3 saat mesafede. Bir gece uyuyup buradan devam ederim. Ertesi günü otobüsle önce Trujillo’ya oradan da minibüsle Huanchaco’ya geldim. Valla son zamanlarda şehirlerde o kadar vakit geçirdim ki, iki gün plajda evrile devrile yatmadan hiç bir yere gitmem. Zaten sonrasında yine bir şehir, Lima var sırada.

Chiclayo pazarı

Peru, ilginç bir coğrafyaya sahip bir ülke. Ülkeyi kuzeyden güneye geçen And dağlarının batısı çöl ve sahil, doğusu ise Amazon ormanları. Trujillo’ya giderken, sağınız solunuz çöl manzarası. Bir yandan otobüste film izliyorum, bir yandan çöle bakıyorum. Filmi izlerken kafamı bir ara çevirdim, haydaa çöl yerine yemyeşil bir vaha. Serap mı görüyorum derken, beş dakika sonra yine çöl manzarası başladı. Değişik bir yer yani. 

Huanchayo’ya iner inmez dumur oldum. Sanırsın ki bütün Peru burada. Sokaklar, restoranlar, plaj hınca hınç insan dolu. Özelikle Trujillo’dan insanlar akın akın minibüs ve özel araçlarıyla buraya geliyorlar günübirlik. Akşamları daha sakin. Paskalya zamanı aynen noel gibi en önemli tatil zamanı Güney Amerika’da. Bu dönemlerde nerdeyseniz orada kalın ve hiç kıpırdamayın yerinizden. Tüm Pasifik kıyıları gibi burası da oldukça dalgalı bir deniz. Yani öyle deniz keyfi yapmak zor. Olsun valla, deniz kenarında olmak iyi geldi.

Huancaho gördüğünüz gibi deniz kenarı

Geldiğimin ertesi günü Peru’nun önemli arkeolojik bölgelerinden olan Chan Chan’a gittim. Chan Chan, İnkalardan önce ( M.S. 10-15 yy.) bölgede hakim olan Chimo krallığının başkenti ve dünyadaki en büyük çamur şehir! Çamur dediğim, briket şeklinde işlemişler çamuru. Arazi çöl olunca abilerde doğal olarak herşeyi briketten yapmışlar. Şehri çevreleyen duvarlar, binalar, evler, meydanlar yani gözün görebildiği her şey briket ve çamurdan yapılmış. İyi hoşta bin yıldır nasıl ayakta kalmış bu şehir, inanılmaz. Gerçekten etkileyici şehir Chan Chan. Yolunuz buraya düşerse atlamayın.

Chan Chan, çamur şehir 

Bir gün kültür yapınca, ertesi gün plajda ve hostelin terasında yayılma günü oldu doğal olarak. Aslında bu akşam Lima’ya gitsem iyi olacaktı ama bu Paskalya yüzünden hiç yer yok otobüslerde. Yarın gündüz 9 saat yolculuk var Lima’ya. Ah, ah! memlekette otobüsle yolculuk etmem diye diretirken burada 6 aydır kaç bin kilometre yolculuk yaptım acaba otobüsle. Hem de çoğu dandik otobüslerde. Herhalde dünyanın yarısını kat edecek kadar –bilmeyenler için, 20 bin kilometre- olmuştur şimdiden.

Lima'da garajdan taksiye binmeme kuralını bozmak zorunda kaldım, zira bildiğimiz anlamda bir garaj olayı yok. Her otobüs şirketinin kendi terminali var. Dolayısıyla toplu taşıma olayını kullanmak çok zor. Neyse 4 doları bayılıp Miraflores’in göbeğindeki hostelime gittim. Lima’yı anlatmadan önce Peru’da ki otobüs durumunu anlatmam lazım. Zira Peru’da otobüs olayı çok aşmış. Bizim Ulusoy, Varan filan Pamukkale turizm gibi kalır yanlarında. Otobüsler iki katlı ve her sırada 3 koltuk var sadece. Koltuklarda müdür koltuğu maşallah. Ayrıca 160 derece yatıyor. Biraz daha ekstra verirseniz tam yatak oluyor. Biraz daha verirseniz ..... bile yapıyor : ) Yolculuğun süresine göre öğlen, akşam yemeği ve kahvaltı, wifi, film, müzik, çift tuvalet mevcut. Daha ne olsun yani. Yalnız güvenlik anlayışları oldukça abartılı. Otobüse binerken check-in yapıp bagajınızı veriyorsunuz ve otobüse binerken kimlik kontrolü yapıp, parmak izi alıyorlar veya videoya çekiyorlar. Ayrıca, üst araması ve el çantası kontrolü var. Yolculuk esnasında emniyet kemeri mecburi ve yolculuğun başında en az uçaklardaki kadar detaylı video brifing var. Enteresan..

Lima'nın İstiklal Caddesi (benzetmeyede bayılırız)

Lima, klasik büyük şehir. 3 gece 2 gün kaldım ama vaktim olsa birkaç gün daha kalırdım. Neden diye sordunuz dimi. Vallahi bazı şehirlerin iyi enerjisi var. Lima’da onlardan birisi. Öyle, Karayiplerin sıcaklığı veya koloniyal dönemin ruhu yok ama sahil şehri olması onu başkalaştırmış işte. Ulaşım rezalet ama onun dışında sakin bir hava var şehirde. Şehre girmeden önce bir süre karanlık bir yolda seyahat ediyorsunuz ve şehre girdiğiniz bölgeler hiç tekin görünmüyor ama şehre girince ortam değişiyor. Lima’da aradığınız herşeyi onlarca alışveriş merkezinde rahatça bulabilirsiniz.

Lima, şehir ama güzel

Lima, gastronomi konusunda oldukça iddialı bir şehir. Ben kitapta okuduğum bir deniz ürünleri restoranına gittim. Buralarda ‘Ceviche’ denen meşhur bir spesiyalite var. Ceviche, limon ve tuzla marine edilerek sunulan bir yemek. Her yerde aynı kalite değil ama La Choza Nautica’da yediğim cevicheyi Bay Beğenmez (Vedat Milor) bile beğenir sanıyorum. Sadece ceviche değil bir sürü farklı deniz ürünü var bu restoranda. Bulması biraz uzun sürdü ve bana 10 dolara mal oldu (gülün gülün, buralar böyle. Istanbul'da öğlen yemeği parasına muhteşem deniz ürünü yemek mümkün burada) ama değdi. Ismarladığım 4 Mevsim ceviche her katı ayrı sosla tatlandırılmış olarak uzun bir bardak içinde geldi. Ahanda resmi.

4 mevsim Cevivhe

Vallahi, yerken mest oldum. Bir de yanında ikram edilen ‘Pisco Sour’ altın vuruş oldu. Pisco, üzümden yapılan, İtalyanların grappasına benzer bir içecek. Sour yani ekşi olanında, yumurta beyazı ve limon suyu var. Vallahi param olsa, restoran sahibine İstanbul’da bir restoran için ortaklık önerirdim. Aç mekanı boğazda, gelen kalın abileri yol, bir senede zengin olmamak işten (içten miydi yoksa) değil. Fikir çokta para yok işte. Zalim kader.. (fonda Orhan Gencebaydan ben ne yaptım kader sana, mahkum ettin beni bana şarkısı çalıyor)

Güneş Lima'da böyle batıyor

Lima’nın ikinci hediyesi sevgili Virginia’ma kavuşmak oldu. Hehe, hatun sandınız dimi. Golden Virginia yani iki yıldır içtiğim tütünümü buldum burada, iki ay aradan sonra. Ama etkisi hatun bulmuş kadar oldu. Sigara olayı bitmiş benim için, hiç bir şey anlamıyorum sigaradan. Nasıl olsa orada bulurum diye aldığım tütün bitince 2 aydır sigaraya talimdim mecburen. Allah razı olsun Lima’dan. Lima’nın bana son ödülü ise ‘Larco Müzesi’ oldu. Ne sandınız ya, müzeyede gidiyorum tabi. Bütün gün plajda pineklemiyoruz her gün. Zaten bu müzede gidilmeyecek gibi değil. Genellikle sıkıcı olur müzeler ama bu müzede sergilenen eserler o kadar muhteşem ki insan gezemeye doyamıyor.

Yaklaşık M.Ö 5000 den 20. yy. a kadar her döneme ait eserinin sergilendiği müzede, insanların üretim kalitesinde, zanaatta ve sanatta o dönemlerde ne kadar başarılı olduğunu görmek insanı etkiliyor elbette. Peru ile beraber anılan İnkalar aslında sadece yüz yıl egemen olmuşlar ama yüzyılda ülkenin tarihine ve şimdisine damgayı vurmuşlar. Örneğin şu gidilmezse olmaz denen Machu Pichu, sanat ve üretimin doruk noktasına çıktığı İnka dönemi (XV. yy) eseri. Lima’ya giderseniz bu müzeyi atlamayın.

Larco Müzesi, emast (a must'ın türkçesi)

Ayrıca müzenin küçük bir sürprizi var. Ayrı bir salonda ayıp şeyler sergileniyor. Genellikle bu salona giren kıkırdıyarak ve hızlıca gezip çıkıyor. Mekanın adı erotik salon ama pekala pornografik salon olabilirmiş. Abiler seks hayatının her türlü detaylarını küçük heykelciklerle gözünüze sokacak şekilde dile getirmişler. Latife bir yana, bizim için seks olan konu o dönemlerde bereketi ve yaratımı simgeleyen bir ritüel aslında. Seks ölüler dünyasında da devam ediyor. Maksat spermler toprağa kavuşsun yani. Bu kadar detay yeter, gerisini kendiniz görün artık.

Eh, kem, küm. Ben koymadım valla, korsan işi bu

Lima’dan hediyelerimi aldıktan sonra sabahın körü otobüsü ile 5 saat mesafedeki Huacachina'ya (oku bakayım) doğru yola çıktım. Huacachina çölün ortasında avuç içi kadar küçük bir köy, bir vaha. Minicik köy, bir lagünün çevresinde yer alan hostel, restoran ve acentalardan oluşuyor. Boydan boya gezmek 5 dakika. Güzel tarafıda bu bence. Burada bir gece 2 gün kalıyorum. Zira bir sonraki durak olan Arequipa’ya otobüsüm gece.

Çölde çay burada içilir

İlk gün, Huacachina'da farz olan (farz-ı ayn) Buggy tura katılıyorum ve çok iyi yapıyorum. Çöl için tasarlanmış uzun şasili, güçlü motorlu bu araçlarla çölde adeta rollercoster yapıyoruz. Rehber süper kullanıyor aracı. Hızla bir sırta çıkıp, aynı hızla yaklaşık 70 derecelik eğimi inince ortalık çığlıktan geçilmiyor. Elbette herkes kemerle bağlı araca yoksa herkes bir tarafa dağılır. Çığlıkları kahkalar izliyor, zira çok keyifli. Yok artık, çüş artık denen her yerden geçti bizim çılgın rehber.

Çöl canavarı buggylerle gezmek çooook zevkli

Bu kadarla bitmiyor tur. Herkese boardlar veriliyor, yapabilen sandboarding yapıyor (ben bir deneyeyim dedim ama nafile) yapamayan aha aşağıda görülen abla gibi yüzükoyun üstüne binip kızak yapıyor. Harikaaaaa! Gerçi kayarken gruptan birinin başparmağı çıktı ama olacak artık o kadar.

Kumda kaymak ta çok zevkli 

Ertesi günü 12'de otelden çıkış yapıyorum ama çantamı resepsiyona bırakıp hostelin bahçesinde hem blogumu yazıyorum, hem de artık özürlü sayılan makinemle çektiğim fotoları editleyip adam etmeye çalışıyorum. Malesef benim makine ayvayı yedi. Özellikle açık havada saçmalıyor. Hatta bazen hiç çekmiyor. Gerçi ben ne yaptım? Makinenin ne kadar ve nasıl hatalı çektiğini anlamaya çalışıp ona göre ayarları değiştirip fotoları normalleştirmeye çalışıyorum. Türküz işte, allem edip kallem edip bir yolunu buluyoruz. Gavur olsa yenisini almıştı bile. Gerçi ben de alırdım gavur olsam, nasılsa seyahat sigortası ödüyor. Siz de yaptırın diycem ama bizim sigortalar sadece prim toplama konusunda iyi hizmet veriyorlar. Kolombiya’da İsviçreli bir kızla tanışmıştım. Otobüs ile seyahat ederken sırt çantasının bel kemeri kullanilmaz hale geliyor. Abla mail ile durumu sigortaya bildiriyor, ertesi günü yeni çanta parası hesabında. Bizde olsa, önce sen öde, fatura al, polis tutanağı al, eski çantanın faturasını bul, fotolarını çek, belki bir kısmını alırsın paranın, 3 ay sonra. Ama ne olursa olsun, sağlık sigortası yaptırın gelmeden önce. Sağlık bu, foto makinesi parası yanında sivrisinek kalabilir. 

İşte böyle geçiyor Peru. Birazda siz anlatın da! Neler oluyor hayatınızda? Heyecan var mı heyecan? Nelere gittiniz, neler gördünüz, ne yediniz, içtiniz? Nasıl? Hiç mi? Ay, yazık size ya! Şu Çin atasözünü duymuş muydunuz? Evde oturan ölür! Dönünce beni güzel bir sopa bekliyor diye sezinliyorum : ) Hepinizi çölde seviyorum. ( Sezyum’dan arak) Tamam tamam, bitirdim. Hoşçakalın..

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Tskler Mutlu Bey
Sayim MUTLU