21 Nisan 2013

Sonun başı ya da başın sonu ya da her neyse


Artık Şili’deki misyonum bittiğine göre Arjantin’e dönme zamanı geldi demektir. La Serena’dan otobüsle on iki saat yolum var Arjantin’deki durağım Mendoza şehrine. Otobüste bir güzel uyurum dedim ama sabahın ikisine kadar uyku tutmadı. Tam tutmuşken sınıra vardık ve pasaport kontrolünden geçtik. Arjantin ve Şili aralarında anlaşmışlar ve ortak bir geçiş noktası oluşturmuşlar. O kadar ortak ki bir deskin arkasında hem Arjantinli hem Şilili sınır polisi yan yana oturuyor. Biri çıkış işlemini yapıp pasaportu diğerine veriyor, O da giriş işlemini yapıyor. Harika değil mi? İşlemler bitip otobüse dönüyoruz ve tüm otobüs derin bir uykuya dalıyor. Sabah muavinin geldik anonsuyla uyanıyoruz. Saat bana erken gibi geldiğinden yanımdaki adama ‘Mendoza’da mıyız’ diye soruyorum. Adam gayet acıyan bir ifadeyle ‘San Juan’dayız, Mendoza 200 km. geride kaldı’ diyor. Hay bin kunduz! Şoföre gidiyorum bu nasıl iştir diye. O sırada iki kişi daha geliyor Mendoza’da inmesi gereken. Saat 06’da varmışız Mendoza’ya ama gerzek muavin uyandırmamış. Otobüsün Mendoza’ya dönmesi lazımmış zaten aynı otobüsle iki saat geriye gidiyoruz. Böylece benim 12 saatlik yolculuk neredeyse 17 saate yaklaşıyor. Tranquilo Mutlu tranquilo diyorum habire kendime. 

Mendoza’da kaldığım hostel seyahatim boyunca kaldığım Lao hostel en karakterli ve keyifli hostellerden birisi. Sahipleri İngiliz Michael ve 8 yıl önce bir seyyah olarak gezerken tanıştığı Arjantinli karısı Celeste. Burası adeta bahçeli büyük bir ev. Yani vaktim olsa sırf bu hostelde kalmak adına birkaç gün daha kalabilirdim Mendoza’da. İlk akşam, yirmi küsur yıldır seyahat ederek yaşayan ve geçimini yaptığı ip takılarla sağlayan Doğu Alman Stephan et mangal yapıyor. Parasıyla tabi. Muhtelif salatalar eşliğinde harika bir yemek oluyor. Yanına da güzel bir Malbec açıyorum ben. Off ki ne off! Arjantin’de şarap ucuz mu ucuz, güzel mi güzel. 

Mendoza, sakin, huzurlu ve emniyetli bir şehir hissi veriyor insana. Ancak o kadar ilginç bir şehir sayılmaz.  Ama şehrin dışında gezilip görülecek yer çok. Bunların başında elbette Arjantin’in şarap üretiminin büyük bir kısmının yapıldığı Maipu ve Lujan de Cuyo geliyor. Ayrıca Amerika kıtasının en yüksek dağı Acongagua’nın içinde olduğu milli park ve Tibet’te 7 yıl filminde bazı sahnelerin çekildiği And dağları bölgesi var. Ben ilk gün klasik yakın çevre keşfini yaptıktan sonra ertesi gün halkayı büyüterek şehri biraz daha geziyorum ve San Martin Parkına gidiyorum. Park dediysem öyle yarım saatte gezilecek bir yer değil. İçinde suni bir gölün, spor alanlarının, üniversite kampüsünün bulunduğu dev bir parktan bahsediyorum.  Bu akşam Michael’ın yemek menüsü var hostelde. Çok başarılı İran usulü körili tavuk, çapati, salata ve kaburga yapıyor mangalda. Yemeğe Arjantin’in kendine has üzümünden yapılan beyaz şarap Torrontes, sonrasında Malbec ve Cabernet Sauvignon eşlik ediyor. Malbec dünyada en çok Arjantin’de şarap üretiminde kullanılsa da üzümün menşei Fransa. Oradaki adı Malbuche. Ancak Mendoza’nın verimli toprağı ve ılıman iklimi bu üzümden çok güzel sonuçlar alınmasını sağlıyor. Torrontes ise kuzeyde Cafayate bölgesinde yetişen bir üzüm. Dömisek ve meyvemsi bir aroması olan yarı gövdeli bir şarap. Kaç yıldır şarapla ilgileniyorum bu kadar ukalalık yapayım artık değil mi : )) 

Eh, şarapla ilgili birisi olarak ertesi günü Mendoza’da bir şarap turu yapmamak olmaz. Hostelden toplam 7 kişi gidiyoruz bike&wine turuna. Şehrin yarım saat dışında Lujan De Cuyo’da bisikletleri kiralıyoruz. Bisiklet turu dedim ama ziyaret edeceğimiz bağların hepsi birbirine yakın, öyle sportif bir faaliyet değil yani. Gittiğimiz bağlarda ücreti karşılığında tadım da yapılabilir. İlk bağ da tadım ücretsiz ama şaraplarda çok tatmin edici gelmedi bana. İkinci bağda bir sommelier eşliğinde fabrikayı ve bağı geziyoruz. Bu arada hasadın artık son partisi olan üzümün işlenmesine de şahit oluyoruz. Burada hasat yaz sonu olan Şubat ortasında başlıyor ve Nisan’da artık tamamen bitmiş oluyor. Genelde Malbec, Cabernet ve Torrontes tadımı yapılıyor bağlarda ama gittiğimiz ikinci bağda denediğimiz varyetal şarap olan Cabernet Franc ilginç bir tadımdı. Cabernet Franc genelde sepajda kullanılan bir üzüm. Bu üzümü tek olarak işlemek biraz cesurca girişim ama sonuç oldukça iyi bence. Ama herkesin sevebileceğini sanmıyorum. 

Bedava şarap tadımının tadından geçilmiyor

 Üçüncü olarak ziyaret ettiğimiz bağda önce öğlen yemeği yiyiyoruz. Burası organik şarapçılık yapılan bir bağ. Yılda sadece 50000 şişe şarap yapıyorlar ki bu ortalama bir bağın üretim kapasitesinin yarısı kadar. Bu kısıtlı üretim ise sadece bazı restoranlara Avrupa ve Amerika’da bazı şarap butiklerine satılıyormuş. Bağın sahibi Alfredo oldukça sevimli birisi. Önce şıra halini tadıyoruz şarabın beton tanklardan. Sonra tanklarda dinlenmiş şarap var sırada. Sonrasında direk fıçıdan ve en sonunda şişeden tadım yapıyoruz. Üstüne de sohbet filan derken biraz daha ikram ediyor. Neredeyse yarım şişe şarabı içip huşu halinde ayrılıyoruz oradan. Son durak ise reçel, zeytin ezmesi, çikolata, marmelat, zeytinyağı ve absint gibi ürünlerin yapılıp satıldığı bir aile işletmesine gidiyoruz. Ben absintle ağzımın tadını bozmadım ama yerel ürünlerin tadına baktım tabi. Fena değiller ama Egeli birine biraz zayıf geliyor tatlar. 

Cennette olacak mı bunlardan?

Önce tanklardan

sonra fıçıdan

Bugün akşam 14 saatlik bir yolculukla Buenos Aires’e geçicem. Otobüs akşamüstü. Ben de hostelde kalıp, bahçede bu sayısını yazıyorum defterin. Buenos Aires’te güzel bir sürpriz var benim için. Son zamanlarda benim gibi kendini yollara vurmaya başlayan 20 yıllık sevgili arkadaşım Erman’da Buenos Aires’te. O, önce biraz Brezilya’da takıldıktan sonra 3-4 günlüğüne buraya gelmiş ve buradan Türkiye’ye uçup dalış sezonunu açacak. Sağolsun beni kaldığı otelde misafir ediyor o gece. Aylardır görüşmemiştik, çok iyi oldu bu karşılaşma valla. İstesen ayarlayamazsın ama seyahat edenler için dünya küçük işte. 

Şimdi 1 Reklam

Bodrum’un masmavi sularında dalmak veya dalış öğrenmek isteyenler! Yüksek standartlarda, güvenilir ve keyifli hizmet veren bir dalış merkezi mi arıyorsunuz?O halde siz Erman Dalış Merkezini arıyorsunuz. Yalıçiftlik,Bodrum Tel:0532 -2135989 www.ermandiving.com   



O gün beraber gezdik, yedik, muhabbet ettik. Ertesi gün ben sabahtan Uruguay’a gitmek üzere ayrılıyorum otelden. Uruguay’a gidiş kolay BA’den. Bir saatlik veya 3 saatlik feribotla Colonial kentine geçiyorsunuz. Bir saatlik feribot 60 USD diğeri 40 USD. Ben elbette 3 saatliği seçiyorum ama şansa bakın ki feribotun programı değiştiği için bir saatte varıyoruz Colonia’ya. Burası adı gibi kolonyal sevimli minik bir şehirmiş. Miş diyorum çünkü bugün cumartesi olduğundan tüm hosteller dolu. Ben de Colonia’yı dönüşe bırakarak iner inmez 3 saatlik yolculukla Montevideo’ya geçiyorum.  

Garajdan belediye otobüsüne binip hostele yerleşiyorum. Hemen para bozdurmalı değil mi? Karnım da çok acıktı bu arada. Bugün cumartesi, döviz büroları kapalıdır diyorlar hostelden. Açık bulabileceğin tek yer garajdaki döviz bürosuymuş. Haydaa! Daha yeni geldim garajdan. Yapacak bir şey yok. Otobüse binip tekrar garaja gidiyorum. Parayı bozdurup hemen midemin gurultusunu susturuyorum. Tekrar şehre indim ama bir gariplik var. Cumartesi öğleden sonrası dükkanların birçoğu kapalı. Şehir merkezinde biraz insan var ama biraz ilerleyince sokaklar oldukça ıssız. Turistik bölge olan İndependencia meydanına, oradan eski şehre –Ciudad Vieja- gidiyorum. Yine boş sokaklar. Sonra hostele dönünce soruyorum, nerede bu insanlar diye. Genelde evlerde oluyorlar, hafta sonu pek dışarıda insan göremezsin diyorlar. Demek ki burası da böyleymiş. Bari Mercado del Puerto’ya (Liman pazarı) gideyim diyorum, orası hareketlidir.  Oraya gittiğimde saat henüz beşti ve birçok yer kapatmıştı bile. Açık olan tek mekanda ise ayaküstü sosis, hamburger eşliğinde biralar götürülüyor. Uruguay’da yemek olayı fast food ağırlıklı. Et yemekleri dışında genelde hamburger, sosis, chivitos ( etli, salamlı, yumurtalı sandwich) ya da pizza ağırlıklı. Fiyatlar ise Şili’ye taş çıkartacak nitelikte. Öğle yemeği ortalama 12-15 dolardan aşağı değil. Anlaşılan yine kedin pişir, kendin ye yapıcaz burada. 


Uruguay usulü fast food




Hostelden söylemişlerdi,  liman yakınlarında bir mekanda 2 gün boyunca müzik festivali var diye. Giriş ücretsiz. Mekanı buluyorum, biramı alıyorum ve akşam 10 a kadar orada kalıyorum. Gruplar iyi, ortam rahat. Güzel oldu bu akşam. Ama 4 saat yetti. Bir de sabahın köründe kalkıp yola çıkmışım. Karnım da acıktı. Hostele doğru dönerken açık sadece 3-4 restoran var ama onlarda pizza ağırlıklı.  Yolda seyyar büfelerden birinde chorizo (domuz sosisi) yiyorum. 


Güzeldi konser





Ertesi gün Pazar, dünden de boş ortalık. Neyse ki yakınlarda Feria de Antigüidades yani antika pazarı varmış, oraya gidiyorum. Adının antika pazarı olduğuna bakmayın aslında her şey pazarı. Sebze, meyve, mandra ürünleri, kıyafet, hediyelik eşya, eskiler filan derken yok yok. Bir de çok eğlenceli bir müzik grubuna rast geldim pazarda dolaşırken. Fotoğraftaki esmer vatandaş da kendine has dans koreografisiyle grubun bir elemanı gibi takılıyor. Grup öyle eğlenceliydi ki, adamlar bitirdikten sonra son şarkının tekerlemesi olan ‘melon melon, melon melokoton’  ( kavun kavun, kavun şeftali) herkesin dilindeydi. 

Pazar

ve eğlence bir arada

Buradan şehir merkezine dönerken kalabalık bir genç grup görüyorum Montevideo’nun çok bilinen intendencia binasının önünde. Güzel sanatlar fakültesi varmış binada ve etkinlik düzenliyorlarmış. Herkese açık deyince ben de daldım içeri. Ohoo! İçerisi karnaval gibi. Her türlü kılığa girmiş öğrenciler fotoğraf meraklılarına poz veriyorlar. Bir köşede fotoğraf bölümü mini bir stüdyo kurmuş. Sahnede dans gösterileri var. Tezgahlarda öğrencilerin yaptıkları işler satılıyor. Kapının önünde biralar içiliyor. Polis filan yok tabii ki ortada. Ne işi var polisin gençlerin aktiviteleri esnasında. Burası Türkiye mi? Bizde biliyorsunuz öğrenci kılığında derslere bile giriyorlar. Neyse dolaşıp fotoğraf çektikten sonra market alışverişini yapıp hostele dönüyorum akşam yemeği için. 

gençlerin keyfi yerinde

eğlence son hız

yaratıcılıkta öyle

Nasıl desem Montevideo o kadar da iç açıcı gelmedi ama aklımda sadece boş sokakları olan bir şehir kalmasın diye bir gece daha kalmaya karar veriyorum. Şehrin görmediğim taraflarına gidiyorum ve Pazar günü gözüme kestirdiğim ama dolu olduğu için giremediğim Don Koto (Colonia caddesinde) restoranına gidiyorum. Öyle ortalıkta bir restoran değil ama yine de fiyatlar yüksek. Fakat yemeği yiyip çıkarken helal ediyorsunuz hakkınızı. Hem lezzet hem de porsiyon harika. Öyle ki akşam yemek yiyemedim.
Montevideo’dan gidilecek başka yerler var ülkede elbet. Uruguay’ın güzel tarafı minik bir ülke olması. En çekici yanlarından birisi ülkenin doğu kıyısında bulunan sahil kasabaları ve şehirleri. Yazın binlerce kişinin doldurduğu ve eğlencenin gırla gittiği yerler artık neredeyse kışa girilecek olması sebebiyle bomboş. Dolayısıyla oralara gitmenin alemi yok. İç bölgelere gidilebilir. Mesela Tacuarembo güzel deniyor. Hayvancılığın ve kovboyların merkezi. Ama orada da hostel filan olmadığı gibi yalnız da gidesim yok. Dolayısıyla Colonia’ya dönmeye karar veriyorum. Colonia’da bir gece kalıp son 3 günü geçirmek için BA’e döneceğim.

Colonia bekleyedursun biraz, Uruguaylılardan bahsedeyim biraz. Uruguay, Brezilya krallığı döneminde Arjantin ve Brezilya arasındaki çatışmadan dolayı tampon bölge olarak yaratılmış bir ülke. Dolayısıyla Brezilya ve Arjantin karışımı bir halk var. Bu durum en çok hatunlara yaramış ve ortaya harika bir sonuç çıkmış : )) Sadece dört milyonluk bir ülke olmanın da etkisiyle insanlar gayet ılımlı. Biliyorsunuz, nerede çoklu orada b.kluk. Yolda yürürken birinin Uruguaylı olduğunu nasıl anlarsınız? Elinde mate bardağı, koltuk altında da termosu varsa kesin Uruguaylıdır. Şili ve Arjantin’de de içiliyor mate ama bu kadar Uruguay’ın yanında esamileri okunmaz.  Mate yapraklarını mate kabının içine koyuyorlar ve yaprakları değiştirmeden sadece ellerindeki termoslardan sıcak su ekleyerek içiyorlar aynı çayı. Termosu olmayanlar için birçok dükkan sıcak su satıyor. Ben birkaç kez denedim ama sonuç nafile. Acımsı bir çay. Ne acımsısı bayağı acı tadı var. Belki buralı olsaydım ben de bayıla bayıla içerdim. Her ülkenin garip tatları var böyle. Mesela ben boza olayına hiç alışamadım. Tarif etmek bile zor tadını benim için. 

Uruguyalı genç ve matesi

Uruguyalı genç kız ve matesi

Colonia Güney Amerika turunu sonlandırmak için harika bir seçim oldu. Yemek üzerine orta kahve ve lokum gibi geldi. Yakışıklı bir şehir ve romantik. Yani aynı ben : )) Küçük bir şehir Colonia. Taş kaplama caddeleri, Portekiz ve İspanyollardan kalma kolonyal mimarisi, avuç içi kadar ama çok sevimli tarihi merkezi, keyifli restoranları ile insanın içini açıyor. Aslında yarım günde bile gezersiniz ama benim tavsiyem vaktiniz varsa bir değil iki gece kalın ve ruhunuza tatil yaptırın. La Calle de los suspiros (iç çekmeler sokağı) sokağına gidip bir güzel iç çekin. Hafta sonları Arjantin’den çok gelen olduğu için hostelde, feribotta yer bulmak sorun olabilir, aklınızda olsun.

Pek günbatımı fotoğrafı çekmeyi sevmiyorum. Herkes yüzlerce kez çekmiştir günbatımı fotoğrafı, çoğu da birbirine benzer. Ama ben dün Colonia’daki gibi bir günbatımı görmedim hayatımda. Ağlamak istedim sayın seyirciler. Hem manzaradan dolayı hem de makinem olmadığı için. Ama ne derler bilirsiniz. En güzel fotoğraf henüz çekilmemiş olanıdır. Benim de en güzel fotoğrafım Colonia’da gün batımı fotoğrafı. Hem tekrar gelmek için bir sebebim var.

Kullanılan ekipman; kamera beyin - kalp, objektif  göz

Evet yanlış okumadınız, artık sona geldim. Güney Amerika’da Paraguay, Brezilya bir de Fransa ve Hollanda’nın sömürgesi olup bizden vize isteyen ufak tefek bir iki ülke hariç her yere gitmiş oldum. Aslında bir de Venezüella var ama oraya tur götürdüğümde 4 gün gitmiştim. Venezuela, out ülkeler listesinde yer alıyor. Artık öbür dünyada olan Chavez ülke yönetimine hep askerleri yerleştirmiş. Onun için garip uygulamalar var ülkede. Sahtekarlık bol miktarda. Özellikle Caracas sakat bir şehir. Ülkede turizm yok gibi. Bu nedenle de pek iyi davrandıkları söylenemez ülkeye gelenlere. Paraguay desen niye bilmiyorum ama bugüne kadar kimsenin gittiğini duymadım. Belki yeri sapa olduğu içindir. Brezilya’ya gelince, orası bir başka sefere artık. Kıtanın neredeyse yarısını kaplayan bir ülke için hem çok zaman hem de çok para lazım. Kıtanın en pahalı ülkesi Brezilya. Önümüzdeki sene düşünmüyorum Brezilya’yı. Zira Dünya kupası var. Bu hem seyahat zorluğu hem de fiyatların tavan yapması demek. 

Tekrar feribotla Buenos Aires’e dönüyorum. Son 3 gün burada geçecek. Hem biraz yorgunluk atarım hem de burada finali yaparım artık. San Telmo’da kalıyorum yine. Hostel bulma, para bozdurma gibi işleri halledip biraz fotoğraflarla ve yazıyla ilgileniyorum ilk gün. İkinci gün ise gözüme kestirip gidemediğim birkaç yer var San Telmo’da. Akşamüzeri bahçede otururken sarı bir kız gelip oturuyor yanıma. Laura’ymış adı, Finlandiyalı. Daha ilk günüymüş ve ne yapılabilir diye soruyor BA’de. Bildiğim kadarıyla anlatıyorum. Akşam gidilecek Jazz bar var mı diyor. Jazz Bar mı! Yav! ne zamandır bu Latin Amerika’da bir Jazz bara gitmek istiyorum ama gitmek isteyen birini bulamadım. Hemen internetten bakıp bir mekan buluyoruz. Bu tür mekanlar San Telmo’da pek yok. Gece hayatının merkezi Palermo. Anlaşıp akşam gitmeye karar veriyoruz bu gece. İsviçreli bir çocuk Thomas’ta bize katılıyor. Çok konuşması dışında sevimli bir çocuk. Nasılsa üç kişiyiz, taksiye atlıyoruz. Yoksa otobüsle git, yürü filan uğraş dur artık. Giriş 70 peso yani karaborsa fiyatıyla  9 dolar. Bir şişe şarap 10 dolar. Süper! Arjantinli kuartet çalıyor bu gece. İki saatin nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Tadı damağımızda kaldı valla. Yarın da sextet (altılı) varmış. Tamam ona da geliriz. Buradan çıkınca biraz yürüyüp Palermo Soho denen bir meydana gidiyoruz. Jazz ve şarap üzerine cila yapıp dönüyoruz hostele. Biz dönerken saat üçtü (bu arada günlerden Perşembe) ve ortalık hınca hınç doluydu. Sabah 5-6 gibi bitiyormuş gece hayatı hafta içi. Hafta sonu ise artık Allah ne verdiyse. Yani BA de gece hayatı 7/7. Ama gece birden önce çıkmanızı tavsiye etmem. Ertesi günü Thomas gelemiyor, biz de Laura ile ikimiz gidiyoruz. Bu gece de grup harika. Bundan daha iyi final olamazdı BA’de. A, tabi bir de Desnivel restoranda steak ve şarap olayı var. Onu yapmadan şuradan şuraya gitmem valla. Hem yemek yerken seneye nereye gideceğimi hayal ederim. Neresi olabilir acaba, neresi? 


 Bu maceranın sonu.