Artık Latin Amerika’ya ikinci gelişim olduğuna göre İspanyolca başlık atabilirim. Hatta bir daha gelirsem bloğumu İspanyolca bile yazabilirim. ‘a continuacion’ devamında demek. Eğer takip ettiyseniz blogun sonunu to be continued olarak bitirmiştim. Sözüne sadık bir kişi olarak aynen devam ediyorum. Bu Latin Amerika denen bölge gez gez bitmiyor ki. Daha Güney Amerika kıtasının yarısını kaplayan Brezilya var ki henüz ayak basamadım. Artık başka bir kışa kaldı orası. Zaten biraz da Portekizce öğrenmem gerekiyor gitmeden önce. Öğrenmeden gidilmez mi? Gidilir elbet ama ben gittiğim yerlerde kendi dilleriyle iletişim kurmayı seviyorum. Ha diyeceksiniz ki Vietnam’da neyce konuştun. Bunun sonu yok tabi ama bir İspanyolca öğrendin mi üç yüz milyonla anlaşıyorsun. Eh iki yüz milyonla anlaşacak Fransızcam var, bir milyar da İngilizce desek.. Hay Allah! Yine de geriye beş buçuk milyar kalıyor. Neyse artık hayat kısa, bu kadar yeter.
Hatırlayacağınız üzere en son Buenos Aires’ten (BA) uçağa
binip eve dönmüştüm. 2012 yılını nadasa bırakıp bu yıl BA’ den seyahate
başladım. Elbette yine buraya bir tur getirip, bitiminde dönmeyerek ve evi
kiraya vererek bu seyahati gerçekleştiriyorum. Bu artık bir Mutlu klasiği oldu.
N’apalım başka türlü de yapma şansım yok zaten. Aslında daha erken
gelebilseydim buradan Brezilya’ya devam ederdim ama geç geldiğim için bu sefer
ancak 2 ay vaktim var. Zira Mayıs gibi İstanbul’da olup çalışmam lazım. Bu kış
maalesef pek iyi geçmedi iş açısından. Her neyse bu dünyevi konuları bir kenara
bırakıp biz yolumuza devam edelim. Geçen sene güneye inmem Mayısı bulduğundan
Patagonya sezonunu kaçırmıştım. Nisan dedin mi Patagonya’ya kış çöküyor. Gerçi
kış gelmese de Patagonya bir ‘mochilero’ nun (backpacker demek oluyor) kolay kolay
gidebileceği bir yer değil. Bütçe açısından yani. Özetle Güney Amerika’nın en
pahalı yeri. Gerçi benim o bölgede yaşayan iki arkadaşım var yıllardan beri.
Cahit ve Cem. Bu iki kardeş Dalaman’da rafting rehberliği yaparken buralara
gelip, dolaşıp sonunda kapağı Puerto Natales’e atıyorlar ve 7-8 yıldır Torres
del Paine milli parkında trekking rehberliği yapıyorlar. Onlar orada yaşıyorlar
ama Patagonya denen yer öyle sadece bir yerin adı değil ki. Bir kısmı Şili’de
bir kısmı da Arjantin’de bulunan kocaman bir bölgenin adı. Anlayacağınız yine
de çok para gerekiyor.
Ben geçen yıldan beri Aykut’un buraya yapacağı turun
olmasını bekliyordum ki tur liderliği sayesinde bu bölgeyi bila bedel gezebileyim.
Zaten tek karım da bu oldu. Zira turun bütçesi biraz kısıtlı olduğu için ücret
almadan sadece masraflarımın karşılanması karşılığında gelmeye razı oldum. N’apalım
hiç yoktan iyidir. Allahtan evi 2 ay kiraya verdim de biraz dengeledim durumu. Hayat
böyle bir şey işte. Devamlı tercih yapmak durumunda kalıyorsun ve her tercih
bir vazgeçiş ve aynı zamanda bir edinim oluyor. N’apcan gari. Şu fani dünyada elimden geldiği kadar
hayallerimi gerçekleştirmeye çalışıyorum işte. Şimdi burada konuya bir saplama yapmak
istiyorum. Bazen çevremdekiler ‘helal olsun sana’ ‘iyi cesaret’ filan gibi
laflar ediyorlar. Ya bunun neresi
cesaret! Neticede bir bilet alıp geliyorsun ve cebindeki parana göre yiyip,
içip geziyorsun. Asıl cesareti olan insanlar görüyorum seyahat ederken,
onlarınkinin yanında benimkisi g.t gezdirmek kalıyor. Fotoğrafını çekemedim ama
size aktarmaya çalışayım geçenlerde gördüğümü. Şili’ de Puero Varas denen
kasabada akşam yemek için marketten bir şeyler almışım ve hostele dönüyorum.
Yolda gördüğüm manzaraya inanamadım. İki bisikletli gezgin. Karı-koca.
Bisikletlerinin arkasına bütün malzemelerini bağlamışlar, şehrin içinden
geçiyorlar. Anlayacağınız bisikletle Latin Amerika’da geziyorlar. Bisikletle
gezdiklerine göre de –en azından- çoğu zaman çadırda kalıyorlar. Hadi buraya
kadarı olabilir diyelim ama adamın bindiği bisikletin arkasında bir bebek
arabası var ona bağlı. Tek farkı, üstü kapanıyor ve tekerlekleri büyük. Görebildiğim
kadarıyla içinde 2 yaşında bir bebek var. İşte cesaret bu! Daha önce birisi bir
diğeri dört yaşında iki çocukları ve çadırlarıyla seyahat eden bir Fransız
çifte rast gelmiştim ama bu beni gerçekten dumura uğrattı. Bunlar gibi günde 10
dolarlık bütçeyle gezen mi ararsın, yıllarca yollarda olanını mı, yürüyerek
gezenleri mi, sadece çadırda kalıp otostopla seyahat edenleri mi. Asıl marifet
onların ki. Netice de ben ve benim gibiler arada sefalet çeksek te, yorulsak ta
oldukça standart bir iş yapıyoruz. Ama bu bizim ülkede çok uç bir durum gibi
algılanıyor. Öyle ki her 6 ay bir yerlere giden Hürriyetin seyahat ekinde iki
tam sayfa çıkıyor. ‘İşini bıraktı, dünyayı dolaştı’ Kardeşim burada binlerce
var öyle dolaşan, hiçbiri gazetelere haber olmuyor. Sanki çok marifet. Ben
kendi adıma sadece buralarda seyahat etmek istediğim için yapıyorum. Bir de çok
sıkılıyorum memlekette. Aynı kısır muhabbetler, iğrenç politikacılar, çok
konuşup bir halt etmeyen bir halk (ben de onlardan birisiyim elbette) bari gidip
göreyim diyorum merak ettiğim yerleri. E, tabi memleketten ve tanıdığın
bildiğin her şeyden uzakta aylarca oradan oraya giderken de arada ilginç
hikayeler yaşanıyor, farklı fotoğraflar çıkıyor. Ya fotoğraf dedim de, bana bir
fikir versenize yahu, aylarca bir sürü fotoğraf çektim, bunları nasıl
değerlendirsem. Öyle muhteşem fotoğraflar değil ama eni konu düzgün fotoğraflar
var gibi içlerinde. Nasıl değerlendirsem derken para-pul anlamında
söylemiyorum. Yani o kadar emek verdim nasıl alsam karşılığını manevi olarak bir türlü bir fikir
bulamadım.
Çenem düştü hala konuya giremedim gördüğünüz gibi. 13
kişilik kapalı bir grupla BA’e indik. Belki duymuşsunuzdur, THY BA’e direkt
(tam direkt değil gerçi, Sao Paola’ya inip 2 saat kaldıktan sonra devam ediyor)
uçuş başlattı. Yol 17 saat ama aktarma yapmaktan iyidir sanırım. Uçaklarda fena
değil. Turun güzel tarafı rehberliğimizi sevgili arkadaşım Cem yapıyor.
Böylelikle hem Cem’i görmüş oldum hem de tercüme yapmak derdinden kurtuldum.
Turlarda beni en çok yoran konulardan biri devamlı tercüme yapmak. Grupta bir
kişi bile olsa İngilizce anlamayan tercüme yapmak gerekiyor ve o bir kişi de
hep oluyor. Rehberlerin İngilizcesi genelde iyi oluyor ama bir Vietnamlı ne
kadar iyi konuşursa konuşsun kendine özgü telaffuzuyla konuştuğu İngilizceyi
anlamak kabusa dönüşüyor. Bir de rehberliklerin kanıtlamak için bir sürü tarih ve tekrarlanması namümkün yer ve insan adları girince işin içine akşamları
kafam kazan gibi oluyor.
Arkada Maradona'nın takımı Boca Junior Stadı |
Ateneo - dünyanın en güzel kitapevlerinden biri |
Tekrar konumuza dönecek olursak, şehir turu falan filan,
buraları geçiyorum ama ikinci gün şehre bir saat mesafede El Tigre denen
kasabaya gittik. Burası Parana nehrinin oluşturduğu delta bölgesi. Deltada
oluşan adacıklar üstüne insanlar evlerini kurmuşlar yazın ve hafta sonları
yazlık olarak kullanıyorlar. Doğal olarak ulaşım, alışveriş her şey nehirde
teknelerle yapılıyor. Neyse gittik gördük ve akşama tango şova gittik. Genelde
turistik şovlar çok turistik olur ama bu sefer gayet keyifle izlenen bir şovdu.
Eğer BA’da tango show izlemek isterseniz tango tarihinin aktarıldığı tematik bu
şovu -El Querandi- tavsiye ederim. www.querandi.com.ar
El Tigre |
El Querandi'detango show |
Şelale dediğin böyle olur |
Buradan iki günlüğüne İguazu’ya geçtik ama bu bölümü de
geçiyorum, zira daha önce yazmıştım. Yok, hemen geçmeyeyim. Geçen sefer 20
saatlik yolculuk bu sefer uçakla 1,5 saat sürdü. Paranın gözü kör olsun! Bir de
daha önce sadece Arjantin tarafından gördüğüm şelaleleri bu sefer Brezilya
tarafından da görmüş oldum. Şart mı derseniz şart değil. Brezilya tarafında
şelaleleri biraz daha uzaktan ve genel olarak görüyorsunuz, Arjantin tarafında
iyice yakından görüyorsunuz. Bence Arjantin tarafı çok daha etkileyici. Buradan
BA aktarmalı uçuşu ile Patagonya’nın giriş kapısı sayılan El Calafate’ye uçtuk
ve Patagonya turumuz başlamış oldu. Hem yiyip içtiğimi, hem gördüklerimi
anlatıcam ama daha sonra.
Şimdi yatmam lazım. Esen kalın efenim.
1 yorum:
gez ve yaz kardesim : )
Yorum Gönder